
kitaptan pasajlar:
- Aslında devletin ne irtica ile mücadelesinde bir süreklilik ne de her fırsatta ifade edilmesine karşın rejime karşı tehdit olarak görülen bu tehlikeyi yok etmek gibi bir derdi oldu bu ülkede. Kıvrıkoğlu’nun da altını çizdiği gibi İslamcılar palazlandıkça ordu tırpanlıyordu. Zaten 2000’li yıllara kendi iradeleriyle değil, devletin ihtiyaç duyduğunda tedavüle sokmak üzere verdiği izin ve destekle palazlanabilen İslamcılar ihtiyaç olmaktan çıktığı anda da hep budanarak hizaya sokuldu.
- Sol kadroların ordu içinde bile örgütlendiğini gören cuntacılar, daha 12 Eylül öncesinde kendi kurumlarında başlattıkları milliyetçi ve dinci düşüncelerin gelişmesi çabalarını darbe sonrasında devletin tüm kurumlarında ve ülkenin dört bir yanında hayata geçirdi. Din ve İslam’ın, sol sosyalist fikriyatın egemen olmasının engellenmesinin en önemli aracı olarak kullanılmasında elbette ki İslamcıların devlet tarafından kullanılmaya açık ve hazır olmaları gerçeği de vardı. Tarafların brbirlerini karşılıklı olarak kullanmasına dayalı dogmatik bir çıkar ilişkisiydi bu.
- Mehmet Kutlular [Nur Cemaatinin önemli isimlerinden, Yeni Asya gazetesinin sahibi] da yukarıda anılan röportajının diğer bölümlerinde de kendisi gibi Nurcu kökenli olan Fethullah Gülen’i devletin desteklediğini, Gülen’in de bunu ifade ettiğini, 28 Şubat sonrasında asker tarafından Refah Partisi’nin karşısına çıkarılmak istendiğini ve işi bitince de saldırdıklarını da söylüyordu.
- Said Nursi’nin fikirlerinin takipçisi olduğunu iddia etse de Gülen, Nursi’nin görüşlerini kendisine özgü bir tarzda yorumlayarak bugünkü politik gücüne ulaştı. Said-i Nursi’nin izinden giden Nur cemaatinin önemli birkaç liderinin arasında iken hükmettiği para miktarının bilinemez boyutlara ulaşması ve
devlet kadrolarındaki örgütlenmesiyle neredeyse tek adam pozisyona kadar ilerledi.
- Din-Politika-Para üçgeninde bir organizasyon olarak ABD’de çok fazla benzeri bulunan bu cemaat ya da şeffaf olmayan organizasyonu artık kendileri de dâhil olmak üzere herkes Fethullahçı diye anıyor.
- [12 Eylül sonrası] Fethullah Gülen hakkında aranıyor afişleri asılı olmasına rağmen darbecilere tam destek veriyordu. Sızıntı dergisinde askerleri öven başyazılar yazdı. Darbeden bir ay sonra yazdığı ‘Asker’ ile, daha sonra kaleme aldığı ‘Son Karakol’ başlığını taşıyan başyazılarda askerlerin ‘tepe’ bir varlık olduğunu söyleyerek, anadan doğma asker millet olduğumuzu belirtti. Gülen’e göre, asker tam zamanında yetişmeseydi, ‘Bütün millet olarak inkisar içinde ağlamadan başka çaremiz kalmayacaktı.’ Ve Gülen 12 Eylül’den günümüze kadar ‘ağlayarak’ vaazlarını sürdürdü...”
- [Fethullah Gülen'in yıllarca çok yakınında bulunan ve sonradan cemaatten ayrılan Nurettin Veren'in ifadelerinden alıntı] "1990 öncesinde bir gün Gülen beni odasına çağırdı, elinde 100 sayfalık kağıt ve dört beş tane teyp kaseti vardı. Bunları bana gösterdi. ‘Bak Nurettin Bey, bunlar sizin ve pek çok kimsenin telefon dinleme kasetleri ve raporları’ dedi. Aldım, baktım. Dinlenen telefonlar, başta benim, İlhan İşbilen’in ve kendisiyle beraber hareket eden bizim arkadaşlarımızın telefonlarıydı. Ben de kendisine ‘Bu dinlediklerinizin içinde ne gibi mahsurlu bir şey var ki... Bunu bize sorabilirsiniz. Fakat Müslümanlıkta, değil telefon dinlemek, birisinin penceresinden içeriye bakmak bile günahtır. Bunu siz anlatmıştınız’ dedim. Sözlerim üzerine Gülen, şu karşılığı verdi; ‘Ben sizin cüzdanlarınıza bile baktırırım. Bu benim hakkım.’ İşte Gülen, eskiden bu yana çok büyük bir istihbarat ağını kurmuştu. Fakat biz çok geç anlamıştık. Bu durumu İlhan İşbilen’e gidip, anlattım. Telefonlarımızı dinlettiğini söyledim. O da 35 senedir, Gülen’le beraber aynı binada, Altunizade’de ve Bornova’da kalan ilk arkadaşlardandır. Dedi ki ‘Odalarımıza bile dinleme cihazı konulmuş. Ben buldum’ dedi ve bunu bana gösterdi. Ben o zaman anladım ki, Fethullah Gülen korkunç bir istihbaratçı ve teşkilatçıydı."
- Gülen, tokadını yemese de dersini çıkardığı darbeye giden süreçten öğrendiklerini cemaatine de aktarıyordu. Fethullahçılar, ne komünistlerle ne de devletle çatışmayıp kan akıtmayacaktı. Çünkü nihai hedefe sadece dört bir yanda örgütlü bir eğitimle dini hassasiyeti kuvvetli, mütedeyyin kadrolar yetiştirerek de ulaşılabilirdi. Bunun yolunu açan da Turgut Özal oldu.
- AKP iktidarıyla birlikte yürütülen ve Türkiye’de bir derin devlet temizliği yapıldığına inanmamız istenen Ergenekon soruşturmalarının bugün itibarıyla geldiği nokta devletin bağırsak temizliğinden çok 28 Şubat’ın rövanşıdır aslında. İlginç olan ise bu rövanşist operasyon ve soruşturmaları yürütenlere yönelik Fethullahçılık suçlamaları yapılmasıdır. Konunun ilginçliği Fethullah Gülen’in 28 Şubat darbesinde takındığı tutumdan kaynaklanmaktadır. Çünkü 28 Şubat’a İslamcı kesimden destek verenlerin başında, kuşkusuz ki ABD menşeli ılımlı İslam’ın temsilcisi Fethullah Gülen Cemaati bulunuyordu.
- Yine Zaman gazetesi yazarlarından İsmail Ünal’ın, kendisiyle yaptığı söyleşi kitabında da Gülen, “28 Şubat, ülkenin daha iyi bir noktaya gelmesi adına Türkiye’de bazı süreçleri geciktirdi mi?” sorusunu, “Geciktirmedi; aksine hızlandırdı. Hatta 28 Şubat, Türkiye’de demokrasinin yerleşmesini de hızlandırdı” diye yanıtlıyordu.