16 Kasım 2008 Pazar

ÇELİK COPLAR GELİYOR

Polise çelik cop verilecek denilince hemen geçmişe gittim... Bir oyunda copu oynamıştım... Egenin bir kasabasında turnedeydik...Sahnemi bitirip kulise girerken büyük bir gürültü olmuş bir polis (o günlerde buna şaşırmamak lazım salonda neredeyse seyirci kadarda polis olur hatta oyunlar polisin getirdiği bir teybede kaydedilirdi. Bir poliste önceden kendlerine verilen oyun tekstini takip eder tekste uyulup uyulmadığını kontrol ederdi yani doğaçlama yapmaya çok imkan yoktu.) Panoları devirerek kulise giren polis kimdi o copu oynayan dedi bende çok beğendi tebrik etmeye geldi sanmıştım... Meğer derdi beni göz altına almakmış... Şimdi o metni buraya koyuyorum... Yorumunu siz yapın...
BEN BİR COPUM....
ASLIM AMERİKA...
AMERİKADAN BURAYA..
ÖNCE DEMOKRASİ SONRA CİP SONRA COP...
YANİ BEN GELDİM....
CİPLE COP..
BİZ İKİMİZ DEMOKRASİNİN AÇTIĞI YOLDAN GELDİK..
GİRDİĞİM ÜLKELERDE TOPLANANLARI DAĞITAN,
AYDINLARIN KAFASINA BİR BALYOZ GİBİ İNEN...
İTHAL MALI ÖZGÜRLÜĞÜ VE BİÇİMSEL DEMOKRASİYİ
DİMDİK AYAKTA TUTAN BENİM...
GÖRÜNÜŞÜME SAKIN ALDANMAYIN
USTA BİR POLİTİKACI GİBİ
EĞİLİR BÜKÜLÜR FAKAT ASLA KIRILMAM
BUNDAN EVVEL BENİM YERİME KULLANILAN
KIZILCIK SOPASIYLA MEŞE ODUNU BİLE
İNSAFA GELİP KIRILDILAR
AMA BEN ASLA KIRILMAM...
EY AHALİ
SİZE SON SÖZÜM ŞUFUR
BİR GÜN BEİNİ BİRİSİNİN KAFASINA BELİNE İNERKEN GÖRÜR DE
ONUN İÇİNDE DUYDUĞU ACIYI SİZ DE DUYMAZ
"OH OLSUN"
DERSENİZ....
BİR GÜN SİZİN DE KAFANIZA BELİNİZE İNEBİLİR
ORANIZA BURANIZA GİREBİLİRİM...
O ZAMAN...
SİZE DE OH OLSUN DİYENLER OLACAKTIR...
BUNU UNUTMAYIN...

10 Mayıs 2008 Cumartesi

EN BÜYÜK CİMBOM BAŞKA BÜYÜK YOK


Evet en büyük cimbom başka büyük yok.. Hiç bir parti hiç bir örgüt hiç bir güç halkı sokağa dökmeyi başaramadı koşullar ne olursa olsun haklarını korumak emperyalizme faşlizme pahalılığa yoksulluğa onursuzluğa karşı durmak için kimse böyle kitlesel bir şekilde çıkmadı meydanlara... Ki o meydanlar emekçilere işçilere yasktı... Oysaki Taksim meydanı yukardan harbiyeye aşağıdan Dolmabahçeye Fındıklıya kadar oradan tünele kadar iğne atsan yere düşmeyecek kadar tıklım tıklımdı... Taşkınlıksa taşkınlıkta vardı avazı çıktığı kadarda bağırıyorlardı ama hiç bir provakasyon olmadı.. Üstelik o kadar yoğun bir kalabalığın güvenliğini de en çok yüz kadar polis pekala sağlayabiliyorlardı... Ama bir mayısta istanbul polisi yetmemiş taa trabzonlardan takviye polis çağrılmıştı...Aklıma hemen Hasan Hüseyin Korkmazgil'in bir şiiri geldi...

BU İNSANLAR ON BİN ON BİN DALGALANIP DURURLARSA BU SOKAKLARDA
BU İNSANLAR KALDIRIMLARDA BÜTÜN GÜN BAKIP BAKIP DURULARSA
SUDA YOSUN GİBİ DALGALANAN KALABALIKLARA...
HOŞNUTSAK GÜDÜLMEKTEN KOYUNLAR GİBİ...
HOŞNUTSAK GÖTÜRÜLÜP ATILMAKTAN BELİRSİZLİĞE...
HOŞNUTSAK GÖZALTINDA KAYIPLARDAN...
YARGISIZ İNFAZLARDAN...
EVET DİYE DİYE EVETLEŞMİŞSEK...
GÜCÜNÜ TATMAMIŞSAK HAYIR DEMENİN...
KARABORSA VURGUN TALAN ENFLASYON...
BİZİ İLGİLENDİRMİYORSA MUTFAĞIN YAĞMALANMASI..
KANIMIZLA OYNANMASI BİZİ BAĞLAMIYORSA...
DONSUZLAR DOLDURUYORSA FUTBOL ÇAYIRLARINI..
ÇILGINCA ALKIŞLARIMIZ MEŞİN TOPAYSA EĞER..
ATARLAR BİZE BU GOLÜ PATRONLAR
ATARLAR BİZE BU GOLÜ VURGUNCULAR TEFECİLER HAYALİCİLER...
ATSINLAR HE VALLAHİ DE ATSINLAR
BİLLAHİ DE ATSINLAR...

ATSINLAR BU GOLÜ SÜLALEMİZE...

6 Mayıs 2008 Salı

DENİZ GEZMİŞ HÜSEYİN İNAN YUSUF ASLAN EMPERYALİST UŞAĞI FAŞİSTLER TARAFINDAN BU GÜN ASILARAK KATLEDİLDİLER

TELAŞLANMIŞLAR, DENİZ’İN AYAĞINDAKI ZİNCİRİ AÇAMIYORLARDI..DENIZ GÜLÜMSÜYORDU.
Avukatlar Hüseyin'in olduğu odaya girerlerken bir albayla karşılaştılar. Albay "Dini telkin istemiyorlar" dedi. Bunu anlamlı bir sesle söylemişti. Müslüman olmadıklarını çağrıştırmak istiyordu. Avukatlar "Bu sadece onların bileceği bir iş" dedi. Albay "Tabii siz de bilirsiniz," diye aynı sezdirmeyi, bu kez avukatlara yöneltti. Aylardan mayıstı. Günlerden Mayıs'ın 6'sı. "Hıdrellez" günü diye yazıyor takvimler, "Alaçam, Samsun, Geyikaşan Hıdrellez günü... Karacabey, Bursa Hıdrellez şenlikleri..Yerleşmiş İslam geleneğine göre Hıdır ve İlyas peygamberlerin her yıl buluştuklarına inanılan gün. İnanışa göre ölümsüzlüğe erişmiş bu iki peygamberin buluşmaları, kutlanarak anılır.
Avukatlar Hüseyin'in bulunduğu odaya girecekken duydukları bu sözle sinirlenmişlerdi. Hüseyin babasını düşünüyordu odada, Hıdır'dı babasının adı, Hıdır İnan. Aylardan mayıstı. Günlerden Mayıs'ın 6'sı. Avukatlar albaydan geçip Hüseyin'in bulunduğu odaya girdiler. Hüseyin de Deniz ve Yusuf'un durumundaydı. Birkaç görevli omuzlarından tutmaktaydı.Avukatlarını görünce büyük bir mutluluk ve derin bir gülümsemeyle "Hoş geldiniz" dedi. Avukatlar ona bir arzusu olup olmadığını sordular. "Bir arzum yoktur. Sizlere çok teşekkür ederim." dedi.
Sonra Hüseyin avukatlarına "Babam Ankara'da mı?" diye sordu. Avukatlar Ankara'da olduğunu söylediler. Hüseyin "Nasıl?" diye sürdürdü sorusunu. "İyi ve seninle iftihar ediyor" diye yanıtladı avukatları. Bu arada avukatlar görevlilere ,Hüseyin'in de arkadaşlarıyla vedalaştırılmasını hatırlattılar.Hüseyin aynı sıcaklık ve canlılıkla Deniz ve Yusuf'la odalarında birer birer kucaklaştı. Zincirleri ve bağları, üçünün de bu vedalaşma anında gövdelerine alabildiğine ağırlık veriyordu. Omuzlan ve başlarının hareketiyle birbirlerine sokuluyorlardı.Hüseyin önce başgardiyan odasında Deniz'le, sonra yandaki diğer odada Yusuf'la, konuşacak çok şeyleri olan, ama ayrılmak zorundaki insanların can sevinciyle bakıştı. Hiçbir şey şakadan değildi. Fakat yaşayan gülümseyişlerinde, çocuksu, şakacı bir incelik vardı. Bir birlikteliğin, yaşamadaki son karşılaşmaları da böylece bitti.
Üçü de ilkin kendisinin asılmasını isteyen bir duygu taşıyordu. Onları darağacına çıkmak değil, darağacına çıkacak arkadaşlarım seslerden, kıpırtılardan dinlemek zorunluluğu incitiyordu. Fakat bu son deneylerine de dik duruyorlardı. Saat 01.00'i geçiyordu.Bu ara avukatlar Deniz'in bulunduğu odaya döndüler.
Deniz ayakları zincirli, elleri arkadan bağlı bir durumda darağacına bakan pencereye karşı oturduğu yerden yazdırdığı son mektubunu tamamlamak üzereydi. Onun bitirmesini beklediler.
"... Son anda yaptıklarımdan en ufak bir pişmanlık duymadığımı belirtir, seni, annemi, ağabeyimi ve kardeşimi devrimciliğimin olanca ateşiyle kucaklarım... Oğlun Deniz Gezmiş." Mektup tamamlanmıştı.
İnfaz savcısı Sami Uğur, Deniz'e sokulup, elindeki basılı kağıttan idam kararının özetini okuyup, bir diyeceği olup olmadığım sordu. Deniz, kararın kendisine ait olduğunu, bir diyeceği olmadığım belirtti.Savcı görevlilere "zincirleri çözün" dedi. Bir görevli yarı telaşlı, yarı çekingen bir tavır içinde, elindeki anahtarla zincirlerin kilidini kurcalamaya başladı... Açamıyordu. Elindeki anahtar kilide uymuyordu. Bunun üzerine başgardiyan birkaç anahtar daha verdi. Kilidi yine açamadılar.Bu durum odadakilerde yeni bir sabırsızlık havası estirmişti. Kendi kendine söylenenler vardı. .On beş dakika kadar beklenildi. Birisinin "Zincirleri çözmeye lüzum yok, zincirleriyle çıkarılsın" dediği duyuldu. İnfaz savcısı Sami Uğur "Bunlar efendi çocuk, prangayı çözelim" diye karşılık verdi ve "Kilidi kim kilitlediyse acele bulun" komutunu verdi.
Adamı bulup getirdiler. Ve zincirler çözülebildi. Deniz zincirlerini çözen adama "Postallarımın bağını bile bağlamaya vakit bırakmadan beni apar topar buraya getirdiler. Sehpada bu haliyle postallarım ayaklarımdan düşecekler. Onları bağla.... dedi. Görevli, Deniz'in postallarım bağladı.Bu arada Deniz'e, beyaz bezden dar bir idam gömleği giydirdiler. Ayaklarına kadar uzandı...Gitme vakti gelmişti.Deniz avukatlarına dönerek veda etti. Çevresini acı bir gülümsemeyle süzdü ve avludaki sehpaya doğru metin adımlarla yürüdü.İdam gömleğinin dar olması ve ellerinin bağlı olması nedeniyle sehpaya destekle çıktı. Sehpada üç ayaklı bir tabure vardı. Deniz ona da çıkıp ilmiği boynuna kendisi geçirmeye çalıştı.İlmiği boynuna geçirdiğinde, seyredenlerden bazıları, cellada başlarıyla tabureyi çek işareti veriliyordu. Deniz birden, şafağı daha sökmemiş bu bahar sabahının, serin sessizliğine doğru yankı veren bir sesle bağırmaya başladı:
"YAŞASIN TÜRKİYE HALKININ BAĞIMSIZLIĞI, YAŞASIN MARKSİZM-LENİNİZMİN YÜCE İDEOLOJİSİ, YAŞASIN TÜRK VE KÜRT HALKLARININ BAĞIMSIZLIK MÜCADELESİ, KAHROLSUN EMPERYALİZM!"
Çevredeki görevliler telaşlandılar. Deniz'in son sözcüğü . bitmemişti ki, cellat aceleyle tabureyi altından çekti. Ciğerinden yükselen son sözcüğü taşıyan nefes,. dudağına varamadan, gırtlağında tıkandı.Taburenin çekilmesiyle Deniz boşluğa yığılmıştı. Fakat onun uzun boyunu cellat hesap edememişti. Deniz'in ayakları taburenin altındaki masaya çarptı. Hemen masayı da çektiler.
Saat 01.25'i gösteriyordu.
Gardiyan, imam ve sivil personel, gelenek gereği saygı duruşunu geçmişti. Avukatların yüzlerini derin bir hüzün doldurmuştu. Denizgili ölüme mahkum eden 1 No'lu Sıkıyönetim Mahkemesinin Başkanı Tuğgeneral Ali Elverdi, elleri arkasında, ağzında sigara Deniz'i seyrediyordu. Ankara savcısı Fazıl Alp, Tevfik Türüng, Sami Uğur, yüksek rütbeli birçok subay, gardiyanlar, sivil görevliler, imam, avukatlar doktor infazda hazır bulunmuştu. Özellikle imamın aşın derecede duygulandığı görülüyordu. İnfaz savcısı Sami Uğur, kendince espriler yapıp yine kndi gülüyordu.Deniz'in göğsüne, karar özetini içeren bir beyaz karton astılar. On dakika kadar sonra, görevli doktor gömleğini sıyırıp nabzına baktı. Deniz'in nabzı çarpıyordu. Beklediler...On-on beş dakika sonra nabza tekrar bakıldı. Deniz'in nabzı durmamıştı. Bekliyorlardı. Deniz ipin ucunda bir dal gibi, alaca havada ağır ağır dönüyordu. Sadece başı ve postalları, uzun ince beyazlığın iki ucunda, iki gri noktaydı.Gemerek'te yakalandığı gün kalbi ve beyni arasında dolaştırdığı ölüm duygusu, onu darağacında, boynunda bulmuştu. Elli dakika öylece kaldı.02.15'de ipi keştiler.
KAHROLSUN FAŞİZM KAHROLSUN EMPERYALİZM VE ONUN YERLİ UŞAKLARI

2 Mayıs 2008 Cuma

AYAKTAN BAŞ OLURSA İŞTE BÖYLE KOPAR KIYAMET

20 000 POLİS YETMEMİŞ BİRDE ÇORUMDAN

RİZE'DEN GELMİŞ POLİS KAFİLELERİ

İSTANBUL POLİS İŞGALİNDE...

HAVADA BİBER GAZI KOKUSU...

SOLUKLARI KESİYOR GÖZLER KAN ÇANAĞI..

PALABIYIKLI GESTAPO ŞEFİ GURURLU..

POLİSLERİNİN ARASINDA

ZAFER KAZANMIŞ KOMUTAN EDASIYLA...

PANZERLERİ KÖPEKLERİ ROBOKOPLARI

TAZYİKLİ SULARI GAZ MASKELERİYLE

SALDIRDILAR ZİNCİRLERİNDEN BAŞKA

KAYBEDECEK BİR ŞEYLERİ OLMAYAN

EMEKÇİLERİN ÜSTÜNE

1 MAYIS İŞÇİ BAYRAMINDA

GESTAPO BAYRAM ETTİ

YERLERE DÜŞEN KADINLARI BİLE TEKMELEYEREK

AĞZI KULAKLARINDAYDI GESTAPO ŞEFİNİN

AĞZI KULAKLARIYDI AYAKTAKIMINDAN GELİP

BİR ZAMANLAR KENDİSİNİNDE

AYAK TAKIMINDAN OLDUĞUNU UNUTAN

ANKARA'DAKİ BÜYÜK ŞEFİN...

Koşullar artık 80 öncesi gibi değil... Kağıttan kaplan değil burjuvazi... O günden bu güne çoook sular aktı o köprünün altından... O zamanlar furuko derdik toplum polislerine yanları açık furuko kamyonlarına benzeyen kamyonlarla gelirlerdi.. O zaman polis halkın polisiydi halkın güvenliğini sağlardı.. 70 yıllarda halkın değilde devletin güvenliği öne çıkmaya başlayınca polis teşkilatında modernleşme adıyla hem sayısal bir artış hemde özellikle toplumsal olayları önlemeye yönelik yani halka karşı kullanmak üzere bir teknolojik gelişme gözlenmeye başlandı.. Bu günkü polis iktidarın korumacılığını yapan Faşist diktatörlüğün baskı aracıdır.. Diğer bir deyimle Gestapodur... Hak arayanın tepesine inecek baş kaldıranı ezecektir.. Her ne kadar onların ödediği vergilerle maaşları ödeniyor ve kendiside gerçek anlamda bir emekçi çocuğu olsada...

Sabah saat 08.30 du uyandım 1 Mayıs heyecanıyla Sinesen sendikamızla saat 10.00 da Şişli'den hareket edecektik Taksim'e doğru... Cihangir'deki evimden çıkıp Taksim'e Şişli'ye ulaşmak üzere çıktım.. Daha 100 metre yürümüştüm ki sokağın Taksim'e çıkan kısmının barikatlarla kapanmış olduğunu gördüm... Geri dönüp kilisenin karşısındaki diğer çıkışa yöneldim orasıda tutulmuştu... Şansımı denemek istedim... Bırakmadılar geçemezsiniz diyordu üstelik hakaret ederek ve çok kaba bir biçimde...İşime gideceğim bu gün tatil değil ve ben çalışıyorum üstelik sokağa çıkma yasağı yada olağanüstü bir halde yok dedim... Geçemezsin diyorsam geçemezsin o kadar dedi ss subayı kılıklı robokop.. Oradan dönerek aşağıdan Alman Hastanesinin oraya çıktım.. Orada kimliğime bakarak geçmeme izin verdiler... Arkadan dolaşıp mis sokağa oradan tarlabaşının ara sokaklarından dolapdereye inip yenişehir yokuşundan Kurtuluşa çıktım... Yukarı Şişli'ye doğru kalabalık bir gurup yürümeye çalışıyordu gurubun arkasından yürümeye devam ettim az ilerde bir polis ordusu ve bir panzer bekliyordu... Birden saldırıya geçtiler gurup dağılmaya ve kaçışmaya başladı yere düşenler olmuştu...Bir bayan "öleceğimi hissettim" diye baqğırıyor isyan ediyordu. Biber gazından gözgözü görmüyordu.. Gazdan etkilenmiştim zorlukla nefes alıyordum... Ara sokakalardan bomontiye oradan tekrar Halaskargazi caddesine çıkmaya teşebbüs ettim.. Şişli camisine çok yaklaşmıştım yeniden bir ardebe oldu kaçanlar kovalayanlar birden bire Haydarla karşılaştık.. Sırtıma iniverdi Haydar... Sırılsıklam olmuştum sıkılan tazyikli sudan... Tekrar ara sokaklardan Kurtuluşa doğru inmek zorunda kaldım anlaşılan ulaşamayacaktım menzilime çok kararlıydı faşizm.. Emeğin bayramına izin vermeyecekti... Sermayenin bu denli saldırgan oluşu aslında ömrünü tamamladığının işaretiydi... Durduramayacaklardı halkın coşan selini... Yüksek sesle COP şiirini okuyarak ara sokaklardan eve döndüm...


BEN BİR COPUM ASLIM AMERİKA...

AMERİKADAN BURAYA ÖNCE DEMOKRASİ

SONRA CİP SONRA COP

YANİ BEN GELDİM

GİRDİĞİM ÜLKELERDE

TOPLANANLARI DAĞITAN

AYDINLARIN KAFASINA BİR BALYOZ GİBİ İNEN

İTHAL MALI ÖZGÜRLÜĞÜ VE BİÇİMSEL DEMOKRASİYİ

DİMDİK AYAKTA TUTAN BENİM

GÖRÜNÜŞÜME SAKIN ALDANMAYIN

USTA BİR POLİTİKACI GİBİ

EĞİLİR BÜKÜLÜR AMA

ASLA KIRILMAM

BUNDAN EVVEL BENİM YERİME KULLANILAN

MEŞE ODUNU BİLE

İNSAFA GELİP KIRILDI

AMA BEN ASLA KIRILMAM

EY AHALİ SİZE SON SÖZÜM ŞUDUR

BİR GÜN BENİ BİRİSİNİN

KAFASINA BELİNE İNERKEN GÖRÜRDE

ONUN İÇİNDE DUYDUĞU ACIYI SİZ DE DUYMAZ

YUH OLSUN DERSENİZ

BİR GÜN SİZİNDE KAFANIZA BELİNİZE İNEBİLİR

ORANIZA BURANIZA GİREBİLİRİM

O ZAMAN SİZE DE OH OLSUN DİYENLER BULUNACAKTIR

BUNU UNUTMAYIN....

29 Nisan 2008 Salı

Sarp Kuray ve Ömer Gürcan Anlatıyor

1960'lı yıllardan günümüze Türkiye'nin derin dehlizlerinde tasarlanıp, sahnelenen oyunların arkasındaki güçler deşifre oluyor. 68 kuşağı öğrenci hareketlerinin iki aktif ismi Sarp Kuray ve Ömer Gürcan anlatıyor..
MHP ve Alparslan Türkeş'in CIA ile ilişkisi, askeri müdahalelerde Amerika'nın rolü, solcuların İslamiyet hakkındaki yanılgıları... Türk Silahlı Kuvvetleri'nin iki eski subayı, 68 kuşağı öğrenci hareketlerinin iki aktif ismi Sarp Kuray ve Ömer Gürcan anlatıyor..
1960'lı yıllardan günümüze Türkiye'nin derin dehlizlerinde tasarlanıp, sahnelenen oyunların arkasındaki güçler deşifre oluyor. MHP ve Alparslan Türkeş'in CIA ile ilişkisi, askeri müdahalelerde Amerika'nın rolü, solcuların İslamiyet hakkındaki yanılgıları, İnönü'nün niçin paraya fotoğrafını bastırdığı, Ömer Gürcan niçin bütün genarelleri öldürmeyi dahi düşünebildiklerini ve Türkiye'nin içinde bulunduğu kuşatılmışlığı nasıl aşacağı Gündem Ankara'da konuşuldu.
Türk Silahlı Kuvvetleri'nin iki eski subayı, 68 kuşağı öğrenci hareketlerinin iki aktif ismi Sarp Kuray ve Ömer Gürcan, Kanal A Genel Yayın Yönetmeni Alper Tan'ın hazırlayıp sunduğu Gündem Ankara'da, derin devletin Türkiye tarihindeki izlerine yönelik ilginç tespitlerde bulundular.
1960–1980 yılları arasında yaşanan gençlik olaylarının arkasında kimler vardı?
Sarp Kuray: Burjuva sınıfı kendi sorunlarını aşamadığı zaman, asker ve üniversite vurucu güç olarak öne çıkar. Bu gücün önemini gören Amerika ve Sovyetler Birliği, bu müdahaleleri kendi lehlerine yönlendirmeye çalışmışlardır. Sovyetler, Irak ve Suriye gibi ülkelerde bu gücü yönlendirerek Bass tipi rejimler oluşturmuşlardır. Türkiye'de ise 12 Mart, 12 Eylül müdahaleleriyle Amerika kendi çıkarlarını gözeten düzenlemeler yapmıştır.
"CIA, TÜRKEŞ'İ MBK'YA YERLEŞTİRDİ"
Dış güçler ordu ve öğrencileri nasıl yönlendiriyor?
Ömer Gürcan: Dış güçler yetiştirdikleri isimler aracılığıyla müdahaleler yapmışlardır. Bunlardan biri de Alparslan Türkeş.. Dönemin Ankara Amerikan Büyükelçisi Warren hazırladığı raporda şunları belirtiyor: "27 Mayıs'tan sonra kurulan Milli Birlik Komitesi (MBK) çok genç ve tecrübesiz, üstlendiği misyondan dolayı başı dönmüş bir gurup. Şu anki işlerimizden biri de MBK'nın içinde kimlerin etkin olduğunu tespit etmektir. MBK'nın içine en önemli üye olarak Türkeş'i yerleştirdik" (Foreign Relations 1958-60 s. 369-370)
"ALPARSLAN TÜRKEŞ, CIA TARAFINDAN EĞİTİLİDİ"
Ayrıca Yeniçağ Gazetesi'nin yazarlarından Serdar Kuru'nun yazdığı Top Secret Yazılar adlı kitapta Alparslan Türkeş'in CIA ile ilişkisi hakkında şunları söylüyor: "1960'ta ordu yönetime el koydu daha sonra Menderes tasfiye edilerek imha edildi. Amerika mesajını vermişti: 'İtaat et ya da öl!'. Darbenin ardından CIA ve Amerika'yı şaşırtan gelişmeler meydana gelmişti. Türk ordusunun, Venezüella ordusundan farklı olduğunu anlamışlardı. Darbeye zorlanan subay gurubu içerisinde kontrol altında tutamadıkları bir fraksiyon ortaya çıkmıştı. Ve bu beklenmeyen bir gelişme idi. İşler kontrolden çıkabilir ve işler ABD'nin aleyhine dönebilirdi. Sovyetler ise muhtemel gelişmeler için KGB'yi alarma geçirmişti. Kısaca herkes tetikte idi. Olay kısaca şuydu: Darbe içinde provoke edilen subaylardan CHP yanlısı olanlar sola eğilimliydi. Bu belli şartlar altında kabul edilebilirdi. Muhtemel bir sola kayışı önlemek için Amerika, Albay Alparslan Türkeş ve arkadaşlarına güveniyordu. Albay Türkeş, NATO bünyesinde eğitim görmüş, Amerika'da psikolojik harekât kurslarına katılmış ve "X" Operasyonunu iyi bilen bir askerdi. CIA tarafından çıkarılan psikolojik profilinde onun Turancı ve milliyetçi olduğu, Sovyetler'e karşı operasyonlarda güvenilebileceği sıkı antikomünist kimliği, karizması ve teşkilatlanma yeteneği övülüyor ve güvenilir bir subay olduğu belirtiliyordu. Albay Türkeş, Amerika'da gördüğü eğitim sırasında "Stay Behind" operasyonu konusunda bilgilendirilmiş ve "X" örgütünden haberi olan bir askerdi. CIA'nın çalışma yöntemlerini de iyi biliyordu. Çünkü tam da onları uygulama konusunda eğitim görmüştü".
"MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ'Nİ CIA KURDU"
Serdar Kuru, MHP'nin CIA tarafından kuruluşunu ise şu şekilde anlatıyor: "Yeni bir yapılanma olan MHP'nin başına geçecek Türkeş için aslında yapılacak çok bir şey de yoktu. Ondan istenen sadece vitrinde durmasıydı. Kurulacak yeni oluşumun bütün ayrıntıları CIA tarafından hazırlanmıştı. Hareketin çekirdek kadrosu ise özel olarak seçilmişti. İlk önce siyasi bir parti lazımdı. Bu sorun hali hazırda boşta duran bir partinin ele geçirilip, ismi değiştirilerek halledildi. CIA, bu hareket için "National Movement Party" (Milliyetçi Hareket Partisi) adını uygun buldu. Türkeş'in Führer gibi unvana sahip olması gerekiyordu. O da bulundu: 'Başbuğ'. Hareketin propagandası varoşlar ve kırsal kesime yapılacağından dolayı bu kesimdeki insanların kendilerini özdeşleştirecekleri bir sembol gerekiyordu. Bu sembol için Alman ve İtalyanlar putperest dönemlerden kalan sembollerini kullanmışlardı. Yeni Milliyetçi Hareketin sembolü ise Türk mitolojisinde yer alan Bozkurttan seçildi ve buna uygun olan bir selamlama biçimi de sonradan uyduruldu". (Tuncay Çelen-Ömer Gürcan, HESAPLAŞMA 68 Kuşağı ve Katledilişi adlı kitaptan Serdar Kuru'dan yapılan alıntı)
"MÜDAHALELERİN ARKASINDA AMERİKA VAR"
Amerika, Türkiye'deki dinamikleri nasıl yönlendirebiliyor?
Kuray: Amerika, kendi eliyle yetiştirdiği kadrolar ve kurduğu kontrgerilla benzeri oluşumlarla Türkiye'de gerçekleşen askeri müdahaleleri yönlendirmiştir. 12 Mart, 12 Eylül ve bugün de tartıştığımız müdahalelerin arkasında Amerika olmuştur. Amerika kabuğu sadece orduya değil sistemin bütün kurumlarına yerleşmiştir. Bundan kurtulmak istiyorsak buralar nasıl yerleştiğini çok iyi bilmemiz gerekiyor.
"CIA, MİT ELEMANLARINA PARA VERDİ"
Gürcan: 27 Mayıs sonrası Yassıada duruşmalarında açılan dosyalarda MİT elemanlarına paraların CIA tarafından ödendiği ortaya çıkıyor. Bu duruma Menderes bile şaşırıyor. 1964 yılında İsmet İnönü, Kıbrıs'a harekât kararı aldıktan 5 dakika sonra Amerika'dan gelen telefonda, "böyle bir şey yapamazsın" deniliyor. Arkasından İnönü yanında bulunanlara, "Biz bunları 27 Mayıs'ta kolay temizledik. Ama bundan sonra bunları atmamız çok zor. Biz soktuk artık çıkartamıyoruz" diyor. Daha sonra Ecevit ve Turgut Özal'a suikastlar düzenleniyor, ama bunların üzerine gidilemiyor. Herkesin bilip de söyleyemediği ne? Bunların hepsinde dışarıdan müdahaleler olduğu net bir şekilde görülmekte.
"AMERİKA, SİSTEMİN HER ALANINA YERLEŞTİ"
"Amerikan kabuğu" ne zaman sistemin içine yerleştirildi?
Kuray: Türkiye, Amerika ile birlikte harekât etmeye karar verdiği 1946'dan bu yana Amerika kendi çıkarlarını gözetecek kadroları Türkiye'deki sistemin her alanında yerleştirdi.
İNÖNÜ: DEVLETİ HERKESE GÖSTERMEK İÇİN RESMİMİ PARAYA BASTIM
İsmet Paşa, neden paranın üstüne resmini koydu?
Kuray: Babam Ankara Valisi Enver Kuray, İsmet İnönü'ye yakın bir bürokrattı. Babama bu para meselesini sorduğumda İsmet İnönü'nün paralara fotoğrafını basmasının gerekçesini "Ben orman bekçisine kadar bir devleti gösterme zoru içindeydim. Çünkü cumhuriyet gençti ve elden gidebilirdi" şeklinde açıkladığını söylemişti.
"İNÖNÜ KUKLAYA DÖNÜŞTÜRÜLDÜ"
Siz bu gerekçeyi inandırıcı buldunuz mu?
Kuray: Türkiye'de 1930'dan sonra hiçbir şeyi inandırıcı bulmuyorum. O tarihten sonra gerçekleşenler bir burjuva masalı ve kör dövüşüdür. İsmet İnönü vb. tarihsel kahramanlar, zaman zaman göreve çağrılarak birer kuklaya dönüştürülmüştür. Kuklaların değil, kuklacıların peşindeyiz.
TÜRKİYE TARİHİNDE İLK DEFA ASILARAK İDAM EDİLEN DARBECİLER KİM?
Türkiye'de darbe ve müdahaleleri gerçekleştiren kuklacılar kimlerdir?
Kuray: Bunlar geri planda Amerikan emperyalizmi, önde onların ülkedeki ortakları olan egemen sınıftır. Bu oluşumlara karşı ordunun içinde tepkiler de olmuştur. Antiemperyalist Talat Aydemir ve Fethi Gürcan bunların öncülerindendir. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde asılarak idam edilen tek darbeci subaylar da bu isimlerdir.
Demokrat Parti'yi Amerika mı getirmişti?
Kuray: Demokrat Parti'yi Amerika getirdi ve yine ABD götürdü.
SARP KURAY, ÇATLI İLE GÖRÜŞTÜ MÜ?
1984 yılında Avrupa'da bulunduğu zaman Abdullah Çatlı ilk sizi mi aradı?
Kuray: Hüseyin Karahan adlı arkadaşımız Abdullah Çatlı ile birlikte Fransa'da Senta Cezaevi'nde yattı. Orda bir takım evraklar ele geçirmiş. Amerikalıların Papa suikastını Bulgarlar üzerine atılmasını Abdullah Çatlı'ya empoze ettiklerini eşi aracılığıyla bana iletiyor. "Çatlı ile görüştü" diyenler ya ağızlarını kaparlar ya da belge koyarlar ortaya! Abdullah Çatlı'yı tanımam bilmem!
AMERİKAN KABUĞU KIRILMADIKÇA, PROVOKASYONLAR DA BİTMEYECEK!
Kürt-Türk kutuplaşmasından "Amerikan Kabuğu"nun etkisi var mı?
Kuray: Bugün sağduyulu Kürt arkadaşlar, "Tekrar birlikte çözüm arayalım ve Mustafa Kemal Paşa'nın 1919'da, 1923'te Eskişehir ve İzmit konuşmalarını referans alalım" diyorlar. Bu makul öneriler, dış dinamiklere dayalı güçler tarafından manipüle edilerek akim bırakılmaya çalışılıyor. Biz ise iç dinamiklere dayanmış güçlerden yanayız. Eşit ve özgür yurttaşlık temelinde birlikte çözebiliriz diyoruz. Bu ülkede Amerikan kabuğu kırılmadıkça, provokasyonlar da, gerginlikler de bitmeyecek.
9 Mart için ittifak yaptığınız paşalar sizleri sattı mı?
Kuray: 1960 yılına kadar Türk ordusu devrimci idi. Fakat bu tarihten sonra NATO damarı üzerine oturdu. Kendi evlatlarını kurban vermeye başladı. 9 Mart'ta bize sokaklara bomba atın diyenler 12 Mart'ta taltif edilirken bizler askerlerden falaka yedik, işkence gördük. Bizans ordusunda böyle bir kalleşlik yok. 78 kuşağı, biz 68'lilerden daha büyük işkenceler görmüşlerdir. Hapishanelerde kendi dışkıları yedirilerek çirkin işkencelere maruz kalmışlardır. "İnsan haklarını kaçırdık" diyenler, önce öz eleştirilerini yapmalı, 12 Mart ve 12 Eylül faşist darbelerinin hesabını vermelidirler.
"BÜTÜN GENERALLERİ TOPTAN YOK ETMEYİ DAHİ DÜŞÜNDÜK"
Hiç kullanıldığınız hissine kapıldınız mı?
Gürcan: İttifak içinde olduğumuz paşalara tamamıyla teslim olmamıştık. Onların geçmişte olduğu gibi yine Amerika ile anlaşacaklarından endişe ediyorduk. Teğmen tankçı arkadaşların Amerikan Büyükelçisini kuşatmasını, gerekirse generalleri toptan yok etmeyi dahi düşünmüştük. Bizler emir erleri olmayı reddettik. Onlara itaat etseydik ben bugün TRT Genel Müdürü, Sarp Ağabey ise Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni olurdu.
"İSLAMİYET BİZİM SAVUNDUĞUMUZ İLKELERİ SAVUNUYORMUŞ"
Kendilerini solcu ve devrimci olarak nitelendiren çevrelerin dine yaklaşımını nasıl buluyorsunuz?
Kuray: Biz dinin bir sosyolojik bir olgu olduğunu, Müslümanlığın çıkışındaki bütün devrimci dinamikleri göremedik. Müslümanlık, devrimci bir dindir. İlkel komünal toplumun bütün güzelliklerini taşıyan bir dindir. Bir ganimetin paylaşımında bile inanılmaz ilkeler vardır. Bizim din konusunda fazla bilgili olmamamız, direk bir inkârcılığı getirmiş, sonuçta halkla aramıza büyük bir uçurum oluşmasına sebep olmuştur. Devrimcilerin dine karşı görünmesi bize zarar verdi. İslamiyet bizim savunduğumuz ilkeleri savunuyormuş. Şabloncu yaklaşımların kurbanı olduk. Türkiye devrim hareketi tarih bilincine tam kavuşamadan, kendi ülkesinin şartlarını bilemeden Maoculuktur vb. düşünceleri soktular. O günden bu yana Türkiye 40 senedir şablonlarla uğraşıyor. Başka ülkelerin kendi şartlarında oluşturdukları şablonları, olduğu gibi Türkiye'ye oturtmaya çalıştılar. Bu şabloncu zihniyetlerden sıyrılıp insanlar kendi tarihiyle kucaklaştıkları anda yaptıkları yanlışları anlayabiliyorlar..
"NE MAOCU, NE DE LENİNCİ, BEN DEVRİMCİYİM!"
Kendinizi nasıl tarif ediyorsunuz?
Kuray: Ne Maocu, ne de Leninci, ben devrimciyim! Türkiye bugün büyük bir kuşatma altında. Ortak noktalarımızı arttırarak tekrardan 1. Meclis havasına girmemiz lazım. Bilinmelidir ki Mustafa Kemal, Erzurum'a gittiği zaman Kürtler'le kongre yapmıştır. Sivas'a indiği zaman mandacılığı reddetmiştir. Atatürk, bütün zenginlikleri kucaklamıştır.
"TÜRKİYE KÜRTLERİ ERBİL'E DEĞİL, ANKARA'YA BAKARLAR"
PKK, bahsettiğiniz 'Amerikan Kabuğu'nun neresinde?
Kuray: İçeride taban bulamazsanız, dış güçler tarafından kullanılmaya müsait hale gelirsiniz. Kuzey Irak'taki gelişmeler.. Amerika'nın yaptığı devletler, devlet değildir. Türkiye Kürtlerinin birlikte çözümden yana olduklarını görüyoruz. Türkiye Kürtleri, Erbil'e değil, Ankara'ya bakarlar.
Ergenekon operasyonundan sonuç alınabilecek mi?
Gürcan: Madanoğlu davasında ne olmuştur? "Darbe işlerine karışmadıkları belli olduktan sonra beraat etmişlerdir". Ergenekon davasında adı geçen üst yetkililer de benzer şekilde beraat edeceklerdir. Türkiye'de her zaman sadece işin tetikçiliğini yapandan hesap sorulmuştur.
"TÜRKİYE'Yİ KİMSE KISIR KAVGALARA MAHKÛM EDEMEZ!"
Türkiye'de yaşanan gerginlikleri nasıl yorumluyorsunuz?
Kuray: Türkiye'de yukarıdan aşağıya dayatılan iki ideolojik kalıp var. Bir tarafta içi kof antiemperyalist bir söylem, diğer tarafta ise Avrupa'ya bağımlı kalarak bu sorunu çözmek isteyen II. Cumhuriyetçiler dediğimiz gurup… Bu iki zihniyet te iç dinamikleri reddeden, dışa bağımlı eğilimlerdir. Bunların arasında sıkışmış, kalmış bir hesaplaşma Türkiye'nin önünü açamaz. Türkiye'yi çürümüş devlet sınıfı ile Avrupacı kesim arasındaki kısır kavgaya kimse mahkûm edemez!
SARP KURAY, DOĞU PERİNÇEK'İ UYARIYOR
Doğu Perinçek ve İlhan Selçuk vatansever mi?
Kuray: İlhan Ağabey ve Doğu'nun vatanseverlikleri tartışmaya açmam. Ama Doğu Perinçek'in yüzüne, "Türkiye'de denenmiş metotlarla tekrar çözüm aramamak gerekir" dedim. Bu işin emekli paşalarla olacak bir yolu yok. Daha önce askerlerle 9 Mart'ta yaptığımız ittifaka ihanet etmedik. Bizi İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığındaki falakacılara teslim etmelerine rağmen yine de aleyhlerine beyanat vermedik. Peki, bu beyefendiler ne yaptı? 9 Mart'ı 12 Mart'a çevirerek bize en büyük ihaneti yaptılar.
Öğrenci olaylarının arkasında kimler var?
Gürcan: Gençlik bir olduğunda, ortak sorunlarını görüp, çözümden yana bir inisiyatif kullanmasından ürken egemenler, bunları başörtüsü, sağ-sol ve Kürt-Türk olarak kamplara ayırıp çatıştırıyor. Böylece gençliğe suni bir gündem yaratarak gerçek sorunları görmesini engelliyor.
"POLİS MÜDÜRÜ SOYACAĞIMIZ YERLERİN ADRESİNİ VERDİ"
Geçmişte para sıkıntısı çektiğiniz dönemde ilginç bir olay yaşamıştınız?
Kuray: Paramız yok dedik. Bana bir tane kesik kart verdiler. Kartta ismi yazılı polis müdürünün evine gittiğimizde, müdür bize soyulacak yerlerin adresini verdi. Biz de soyduk.
"DENİZ GEZMİŞ'İ TARIM BAKANI'NIN ARABASIYLA KAÇIRDIK"
Kendi tecrübelerinizden hareketle gençlere ne söylemek istersiniz?
Kuray: Zamanımızdaki gençliği hedefe yönelmiş yıldırımları paratoner gibi toprak yaptılar. Sistemli cinayetler ile gençlik silahlanmaya yönlendirildi. Hiç kimse oturup stratejik bir karar sonucunda silahlanmaya karar vermedi. Gençler, meşru müdafaa için silahlandı.
Türkiye giderek zayıflıyor. Halk bitme noktasına geliyor. Her gün dükkânlar kapanıyor. İnanılmaz bir ekonomik kriz kapıya dayanmış vaziyette. Burada "Cambaza bak" oyununa gelmemek lazım. Bizi geçmişte nasıl kullandıklarını anlatayım. Yükseliş Kolejine bizim guruptan birileri bomba attı. Bu bomba Muhsin Batur'un Genel Kurmay'da yapacağı bir konuşmaya zemin hazırlaması için patlatılmıştı. Türkiye'deki devrimci gençlik bu tarz oltalara geçmişte çokça takılmıştı. Başka bir örnek ise Deniz Gezmiş'in firarda olduğu günlerde kendisinin farklı yerlere naklini istediğimiz zaman bize Tarım Bakanı Turan Şahin'in arabasını veriyorlar. Peki, bu imkânları neden bize sağlıyorlar? Çünkü ortalığı karıştırmamızı istiyorlar. Böylece onlara yapacakları darbenin altyapısını oluşturacaktık. Darbelerin olgunlaşmasına ve ülkenin ana problemlerinin örtülmesine araç olmamaları için gençlere legal oluşumlar içinde yer alarak oyuna gelmeyin diyorum.

CHP, MSP kapatılmasın diye kanun değiştirmiş


Parti kapatmayı zorlaştıracak düzenlemeye karşı çıkan CHP'nin geçmişte tam tersi bir uygulamaya imza attığı ortaya çıktı.

Milli Selamet Partisi'nin kapatılmasını engellemek için 1978'de kanun değiştiren CHP, 'kapatmaya ilişkin suç isnatlarının kesinleşmiş mahkeme kararlarından oluşması'nı hükme bağlamış. MHP ve Adalet Partisi'nin destek verdiği düzenleme için Cumhurbaşkanı Korutürk'le bile restleşmiş.AK Parti, manifesto niteliğinde bir savunma metni hazırlarken, kapatma- yı zorlaştıracak değişiklik konusun- daki tartışmalar sürüyor. AK Parti ve MHP'nin sıcak baktığı düzenlemeye CHP karşı çıkıyor. Gerekçeleri ise dava sürecinin başlamış olması. Anamuhalefet, 'kişiye özel düzenleme hukuka aykırıdır' iddiasında bulunuyor. Ancak bu durum, CHP'nin geçmişteki uygulamalarıyla çelişiyor. Cumhuriyet Halk Partisi, bugün karşı çıktığı formüle, 30 yıl önce kendisi başvurdu. Merhum Bülent Ecevit'in başbakan, Deniz Baykal'ın enerji bakanı olduğu hükümet, Milli Selamet Partisi'nin kapatılmasını engellemek için 1978'de yasa değişikliğine imza attı. İşte SPK'nın 111. maddesinde 30 yıl önce yapılan değişiklik: Siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin suç isnatlarının kesinleşmiş mahkeme kararlarından oluşması gerekir. MSP'ye açılan dava, Siyasi Partiler Kanunu'nda yapılan değişiklik sayesinde düştü. üstelik hayata geçirilen düzenleme, bugünkü tartışmalarla bire bir örtüşüyor. İktidarda kalabilmek için MSP'nin desteğine ihtiyaç duyan CHP, 'kapatmaya ilişkin suç isnatlarının kesinleşmiş mahkeme kararlarından oluşması gerektiği'ni kanuna ekledi. Dava sürerken hazırlanan teklif, 2 Şubat 1978'de TBMM Genel Kurulu'na getirildi. Halen CHP Genel Sekreterliği'ni yürüten önder Sav, Erbakan lehine önerge hazırlayarak düzenlemeye katkı sağladı. Dönemin hükümeti söz konusu tadilat için Köşk'le de restleşti. Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün veto ettiği teklif, 15 Mart'ta yeniden kabul edilerek Köşk'e gönderildi. Söz konusu hüküm, 12 Eylül ihtilalinden sonra kaldırıldı. AK Parti'nin parti kapatmaları zorlaştırmasına ilişkin girişimini hukuka aykırı sayan CHP'nin, 30 yıl önce aynı konuda farklı tavır sergilemesinin ardında, 1977 erken genel seçimlerinde oluşan Meclis'teki hassas sandalye dengesinin olduğu belirtiliyor. Birinci parti olmasına rağmen tek başına iktidar olamayan CHP, AP'den istifa eden 11 bağımsız milletvekilinden 10'una bakanlık vererek hükümeti kurabildi. CHP lideri Bülent Ecevit, her an yıkılması muhtemel hükümete destek olması ümidiyle MSP'yle de ilişkilerini iyi tutmaya çalıştı. Kapatma davasını engelleyen düzenlemeye de bu çerçevede destek verdi. Altında CHP'nin de imzası bulunan eski SPK'nın 111. maddesi "Siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin suç isnatlarının kesinleşmiş mahkeme kararlarından oluşması gerekir." hükmünü içeriyordu. Bu özgürlükçü düzenleme, 12 Eylül idaresi tarafından iptal edildi.

Şehrin sahipleri Taksim'de

Nasıl bir emekçi istiyorlar? Sabah kalksın, namazını kılsın, işine gitsin. Çalışsın, çalışsın, çalışsın... Sonra akşam namazını kılsın; televizyonda ilahi konseri, dini sohbet programı izlesin yatsın, sabah kalksın, namazını kılsın, işine gitsin, çalışsın, çalışsın, çalışsın... Hafta sonu olunca, çoluk çombalak şehir merkezine insin, belediyesinin aldığı lalelere baksın, baksın, baksın. Evine dönsün, futbol maçını izlesin, namazını kılsın, sabah kalksın, çalışsın, çalışsın, çalışsın... Ebelek gübelek padişahPadişahı kendi parasıyla gazete filan alınca, kıdem tazminatlarını kuşa döndürmeye karar verince, "geberinceye kadar çalışılacak" yasası çıkarınca, "parası olmayan ölür gider, kalan sağlar bizimdir" şiarını yükseltince alkış tutsun:"Padişahımız çok yaşa!"Padişahtan şüphe edenlerin "kabir azabı" çekeceğine inansın, üç karısı olan adamların "Dinen nasıl giyinmek makbuldür?" konfeksiyonundan giyinsin, "Faiz yemiyoruz, sizin paranızı yiyoruz" ekonomik ağına dahil olsun, minnacık kız çocuklarının etek boylarına kafayı takan psikopat din hocalarından nasıl yaşayacağını öğrensin, aç kalırsa ezberlediği dua karşılığı ekmek yardımından uslu uslu yararlansın ve "Siz kokmuş ayaklarsınız" denince de ebelek gübelek, dili dışarıda yine alkış tutsun:"Padişahım çok yaşa!" 'Modifiye' insanİstedikleri gibi 'modifiye' edemedikleri emekçileri, yoksulları şehirlerin dışına gönderiyorlar. Güzel de bir isim buldular buna: 'Kentsel Dönüşüm Projesi'. İnsanları şehirlerin dışına gönderip şehir merkezlerine lalelerini dikiyorlar. Bol bol lale dikiyorlar. Yoksulları gönderip yoksulların paralarıyla aldıkları laleleri dikiyorlar. Bu, daha çok yakışıyor padişahlarının gül yüzüne, 'güzel ahlakına'. Onlar, 1 Mayıs 1977'de şehir merkezinden silahla külahla kovalanan şehrin asıl sahiplerini kovalamaya devam ediyorlar. Badem bıyıkları, 'güzel ahlakları', Meclis'te linç partileri düzenleyen, meydanlarda yoksulları, vurulmuş askerlerin annelerini azarlayan siyasi kültürleriyle o gelenekten geliyorlar. Hayatını emeğiyle kazanan insanları, insanca yaşamak, soru sormak, haklarını savunmak, özgür düşünmek, kendisi gibi olmak isteyen insanları kovalayıp duruyorlar. Hep onların peşindeler. Bellerine 'sünnet" diye taktıkları çakılarıyla ve sakız gibi çiğnedikleri hadisleriyle hep onların peşindeler. Kendilerine benzeyen bir insan tipi imal ettiler, 'bozuk imalatların', 'imalat standartlarına' uygun olmayan, adam gibi adamların peşindeler. Onların kokusunun padişaha 'ayak kokusu' gibi gelmesinin nedeni bu; onlar 'imalat standartlarına uygun' değiller. Şehrin belleğiŞehrin bir belleği var oysa. Şehrin merkezine dair bir bellek. Kalabalıkların şehrin merkezine diktiği bayrağı 1977'de kanlı bir katliamla oradan çıkarmaya çalışanların murisleri, şimdi orayı boş bırakmaya çalışıyorlar. O belleği boşaltmaya çalışıyorlar. Şehrin asıl sahipleri gelip o merkez noktaya yeniden bayraklarını dikmesin diye... Şehrin asıl sahipleri şehri padişahtan kurtarmasın diye... Bu, 'kapatma davasına' filan benzemez. Bu, yoksulların 'kapatma kararı'; Avrupa'da dolaşıp yalan dolanla destek dilenciliği yaparak savuşturulamaz.Emeğin hukuku1 Mayıs'ta o bayrak oraya yeniden dikilecek. Nasıl padişah bu memleketin hukukunu hiçe sayıp daha çok zenginleşmek için kendi hukukunu yaratıyorsa şehrin emekçileri de ekmeklerini onurlu yiyebilmek için kendi hukuklarını yaratıp oraya, Taksim'e yürüyecekler. O zaman göreceğiz işte bu padişah kimden yana. Yoksuldan mı, zenginden mi? İnsandan mı yoksa 'tebaadan' mı? Ezilenden mi yoksa zalim muktedirden mi? Demokrasiden mi, kendinden mi?Hayatını emeğiyle kazananlar ve özgür insanlar olmak isteyenler bu sorunun cevabını vermek için 1 Mayıs'ta orada olacaklar. Çünkü şehrin asıl sahibi onlar. Onlar şehri geri alacaklar!
BEKLE BİZİ İSTANBUL...

28 Nisan 2008 Pazartesi

Vakit yazarı 14 aşında kız çocuğuna TECAVÜZ iddiasıyla tutuklandı...

Vakit yazarı Hüseyin Üzmez, 14 yaşındaki bir kıza tecavüz iddiasından gözaltına alınmıştı. Şimdi ise...
Vakit Gazetesi yazarı Hüseyin Üzmez Bursa'nın Mudanya İlçesi'nde 14 yaşındaki L.Ç.'ye tecavüz ettiği iddiasıyla tutuklandı. Vakit Gazetesi'nde köşe yazarlığı yapan Hüseyin Üzmez, küçük yaştaki kıza tecavüz ettiği ihbarı üzerine dün 23.30 sıralarında Mudanya'da gözaltına alınmıştı. İnegöl İlçesi'nde oturan 14 yaşındaki L.Ç.'ye tecavüz ettiği iddia edilen Hüseyin Üzmez'le birlikte küçük kızın annesi ve babasının da Mudanya Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldü. Dün akşam gözaltına alınan H.Ü., sorgulamasının ardından bugün 14.00 sıralarında Mudanya Adliyesi'ne getirildi. Soruları cevapsız bırakan H.Ü., sorgulanmak üzere nöbetçi Cumhuriyet Savcısı'na sevk edildi. 14 yaşında olduğu iddia edilen mağdurenin kemik yaşının tespitiyle ilgili de araştırmada bulunulacağı öğrenildi. ÜZMEZ KİMDİR? Hüseyin Üzmez, ilk silahlı sağ eylemcisi. 22 Kasım 1952 tarihinde, lise son sınıf öğrencisiyken, ‘‘Allah düşmanı’’ dediği Vatan gazetesi sahibi ve başyazarı Ahmet Emin Yalman'a 6 el ateş etti, ‘öldü' diye bıraktı. ‘‘Öldürmeye teşebbüs’’ suçundan 10 yıl tutuklu kaldı. Cezaevinden çıktıktan sonra lise ve hukuk fakültesini bitirdi. Özal hükümetinde Sağlık Bakanı Mehmet Aydın'ın özel müşaviri oldu. Milliyetçi Çalışma Partisi'nin genel başkan adayı oldu. Can Pazarı adlı aşk romanının aynı zamanda kahramanı olan Hüseyin Üzmez, üniversite öğrencisi ile yaşadığı aşkı romanlaştırdı.



9 Nisan 2008 Çarşamba

ARKADAŞ...

Orta Asya' da savaşın ok ve yay ile yapıldığı dönemlerde Türk savaşçılar, arkalarından gelebilecek bir saldırıyı önlemek için,sırtlarını bir ağaca, kaya veya taşa vererek, ok atarlarmış. Atalarımız genelde bozkır hayatı yaşadıkları için bu sırt dayanan nesne genelde bir taş veya kaya olurmuş. Yıllar sonra bu sırt dayanan taşın ismi ARKA-TAŞ veya Azerbaycan'daki telaffuzuyla 'ARKA-DAŞ' şeklinde dilimize yerleşti.

Bugün bile güvenebileceğimiz bizi arkadan vurmayacak olan,samimiyetine güvendiğimiz kişilere verdiğimiz isimdir. 'Dostluk' kavramının zaman içinde, insanın arkasını yaslayabileceği ve kendisini olabilecekkötülüklerden koruyacağı fikri ile özleştirilmesi sonucu 'arkadaş' kelimesi 'dost' anlamında Türkçemizdeki yerini buldu. !

Sırtınız 'arka-taş' sız kalmasın........

Aşk ve arkadaşlık bir gün yolda karşılaşırlar. Aşk kendinden emin birşekilde sorar:-Ben senden daha samimi ve daha cana yakınım sen niye varsın ki budünyada?
Arkadaşlık cevap verir :-Sen gittikten sonra bıraktığın gözyaşlarını silmek için....

En iyi arkadaşım olabilirdin belki... Ama şimdi seni aklıma getirmek bile acı veriyor bana... Ancak tümüyle unuttuğumda mutlu olabilirim... Nasılsa gideceksin... Git.... Sen benim arkadaşım olamazsın... Çünkü ben yüreği sessiz yada yüreksiz olanla arkadaş olamam...

8 Nisan 2008 Salı

tek başınalık


Ben tek başına ne yapabilirim Diye düşündü biri
Ve hiçbirşey yapmamaya karar verdi
Ben tek başına ne yapabilirim
Diye düşündü bir öteki
Ve yalnızlığının kuytuluğuna çekildi
Ben tek başına ne yapabilirim
Diye düşündü bir üçüncü
Ve tek başına düşünmeyi sürdürdü
Ben tek başına ne yapabilirim
Diye düşündü yüzbinler
Ve tek başınalıklarını sürdürdüler
Ben tek başına ne yapabilirim
Diye düşündü milyonlar
Milyonlarcaydılar
Ve tek başınaydılar
Bu arada birileri
Onlar adına
Karar vermekteydi
Tek başına olduklarını sananlar
Topluca ortadan kaldırıldılar....

Ataol Behramoğlu

BAKARA SURESİ VE ATATÜRK


Mustafa Kemal, kurulacak devletin şekli ile ilgili toplumun her kesiminden insanlarla görüşmeler yaparken, sıra, mollalar, şeyhler ve din büyüğü geçinen kişilere gelir.

Mustafa Kemal, bunlara haber göndertip, gelecek hafta kendileriyle bu konuyu görüşeceğini, ancak konuşmalarının bir temeli olarak, katılacak olan herkesin Bakara suresini 288. ayetine kadar okumalarını rica eder.Toplantı günü gelip çattığında, Mustafa Kemal kürsüye çıkar ve sorar:
'Arkadaşlar, buraya gelmeden önce hepinizden Bakara suresini 288'e kadar okumanızı rica etmiştim. Kimler okudu Bakara'yi 288 'e kadar?' Salondaki bütün eller istisnasiz olarak bu ricayi yerine getirdiklerini belirtmek için havaya kalkar.

Bunun üzerine Mustafa Kemal sözlerine devam eder:
'Beyler işte, kuracağımız devletin, neden din temeline dayanamayacağı nın açıklaması:

Bakara yalnızca 286 ayettir.'

7 Nisan 2008 Pazartesi

Alın size ILIMLI İSLÂM

TÜRBAN BAĞLAMAYAN BİR KADINA YAPILAN AŞŞAĞILIK SALDIRI ....

BUÜSTELİK BUNU MÜSLÜMANLIK ADINA YAPIYORLAR...

İZLEYİN VE İBRET ALIN..

BANA BİRŞEY OLMAZ DİYENLERİNİZ VARSA ,

TÜRBANA HALA DEMOKRATİK HAK GÖZÜYLE BAKAN VARSA

BİLİNKİ O DEMOKRATLAR !!!

SİZİN ONLARA GÖSTERDİĞİNİZ HOŞGÖRÜYÜ

SİZE ASLA GÖSTERMEYECEKLER.

HALA ILIMLI İSLAM TEHLİKESİZDİR DİYENİNİZ V

E HALA UYUYANINIZ VARSA

BELKİ BU İBRET VE DEHŞET GÖRÜNTÜLERİ

SİZİ KENDİNİZE GETİRİR.

(Hepsinin ellerinde kameralı telefon, iğrenç bir durum)

6 Nisan 2008 Pazar

Müjdat Gezen ayıp etmiş. Veya tribünlere oynamış... Şöyle:

Onun şöyle demesi lazım değil mi: "Tiyatro özgür bir sanattır. Devletin ödenek vermesi de yasa gereğidir. Yani Devlet Tiyatrosu iktidarın borazanı olmak zorunda değildir, ama halkın borazanı olmasında bir mahsur yoktur. Yönetmen oyunu öyle yorumlamış, o lafları da eklemişse, bunun genel müdürü var, genel müdür yardımcısı var, başrejisörü var, bölge müdürü var, o güne kadar bunların hepsi de seslerini çıkarmayıp bu eklemeleri uygun bulmuşlarsa, o zaman niçin bir turnedeki temsilden dolayı hükümetten uyarı geliyor diye birdenbire kendi sanatçılarınıza ceza veriyorsunuz? Niye hükümet yalakalığı yapıp hem kurumu, hem sanatçıları küçük düşürüyorsunuz? Ben de Devlet Tiyatrosu yönetimi ile ilişkimi kesiyorum. Yazdığım oyunları oynatmıyorum, beni yönetmen sayarlar da bir teklif gelirse, yönetmiyorum vs. Böyle tiyatro yönetimini protesto ediyorum, bunlar istifa edene kadar oraya adımımı atmıyorum vs." Oysa ne yapıyor Gezen, yasayla belirlenmiş hakkını kullanmıyor, alacağı anasının ak sütü gibi helal diye düşündüğümüz parayı, hükümeti kınamak için reddediyor (veya aşağıda göreceğiniz gibi, kriterlere uymadığı için bzaten öyle bir hakkı yok) ve saptırma bir haberle günlerdir basında yer alıyor. Bakın, Müsteşar bir iki gün önce şöyle birşeyler demiş bir gazeteye: "O paralar, kriterlere uygun prodüksiyonlar için verilir. Müjdat Gezen komisyona şu zamanda çıkaracağım diye vaat ettiği oyunu zamanında çıkaramadı, o yüzden bu parayı alması zaten mümkün değildi." Haydi bakalım... Müsteşar mı olayı saptırıyor, yoksa Müjdat Gezen mi saptırıp ucuz kahramanlık yapıyor?
Ayrıca ihtiyacınız mı vardı sayın Gezen bu güne kadar neden "yardım" konusunda tavır alamadınız devletin yardım yerine tiyatronun üzerindeki siyasal baskıları kaldırması ve tiyatroyu rahat bırakmasını savunmadınız ve yıllarca ulufe almaya devam ettiniz...
Bu tıpkı Yıllar önce Levent Kırcanın açlık grevine benziyor.. Onlarca yıldır bu ülkede tiyatrolar üzerinde devlet baskısı olmuş.. Tiyatrocular potansiyel suçlu muamelesi görmüş oyun sergilemek için verdikleri bilgilendirme dilekçeleri valilikler tarafından ilgili müdürlüğe yani kültür müdürlüğüne havale edileceği yerde emniyet müdürlüğü terörle mücadele masasına havale edilmiş.. Hala polis vazife ve selahiyetler kanununda "bar,pavyon,tiyatro ve genelevlerde çalışanlar süfli işler yaptıklarından kadınlarının çalışma karnesi taşıma mecburiyeti vardır" gibi son derece onur kırıcı maddeye rağmen bu güne kadar yapılan tüm bu baskılar konusunda sessiz kalmış kendisinin çadırındaki oyuna sansür uygulanınca açlık grevine girmişti... elbette destek görmedi ve ertesi gün ilgisizlik karşısında grevden vaz geçti...
Bu bana dokunmayan bin yaşasın mantığından bir geçebilseniz....

NURCULUK DENEN SAYIKLAMA


YAZI MİLLİYETÇİ BİR SİTEDEN ALINTIDAIR... BUNU YAZAN BİR TÜRK MİLLİYETÇİSİ...
gÜZEL YAZMIŞ DOĞRUSU OKUMAYA DEĞER İŞTE NURCULUĞUN ASLI....

risalelerinde ATATÜRK”e açıkça hakaret eden Atatürk e deccal diyen;Kürt Said,Dedesi şeyh said isyanını çıkarıp ülkeyi bölmeye kalkan şahıstır.Asıl amaçları Türkiye yi ele geçirip Kürt merkezli bir şeriat devleti kurmaktır......
Dinin bir ruh ihtiyacı olduğunu bilim kabul etmiştir. Daha zekasının pek iptidaî olduğu zamanlardan beri, insanların din sahibi oldukları da bilinen gerçeklerdendir. Zekanın ve bilimin yükselmesiyle dinler de yükselmiş, tek Tanrılı dinlerle dinler çağı kapanmış, din uğruna yapılan korkunç savaşlar ve kırgınlıklardan sonra medeni dünyada din, fertlerin vicdanına sığınmış, bir kanaat olarak saygıdeğer bir yer kazanmıştır. Artık medeni insanlar arasında din tartışması yapılmıyor. Dinler hakkında avamî yazılar değil, ancak bilginlerin etüdleri yayınlanıyor. Medenî insan, başkalarının dini inancına saygı gösteriyor. Kimseyi propaganda ile kendi dinine çağırmıyor.Türkiye'de bir zamandır dine karşı takınılan yanlış tutum, yemişlerini vermeye başlamıştır. Mabedsiz şehir kurmakla övünen budalalar, çirkin harabelerin mabed haline getirileceğini düşünememiştir. Cumhuriyetin başlarında, artık görevi ve faydası kalmamış Arapçı ve Arapçacı softa takımı tasviye olunurken, milletin manevi ihtiyacı düşünülerek asrî din adamları yetiştirecek özlü bir din okulu açılsaydı, bugün il ve ilçe merkezleri, doktor payesine erişmiş din adamları ile dolar, bunlar köyleri de kontrol ederek yobazlığa engel olur ve İstanbul gibi şehirde çatalı ve radyoyu haram eden beyinsizler halka vaaz edemezdi.Mabedsiz şehrin ilk yemişi Ticanîlik, onun olup kurtlanmışı da Nurculuk oldu.Nurculuk nedir? Gazetelerde ikide bir görülen Nurcular, Nur risalesi talebeleri kimdir? Aralarında avamdan aydına kadar, mühendis, avukat ve doktora kadar her türlü adamın bulunduğu Nurculuk, "Saîd-i Nursî" adında cahil bir Kürdün peşine takılmış cahil bir sürü, Nur risalesi talebeleri de Saîd-i Nursî'nin o çetrefil ve cahil Kürt Türkçesiyle yazdığı risaleleri atom fiziği ve Einstein nazariyesi okur gibi toplanıp okuyan bir yığın zavallıdır.Saîd-i Nursî denilen adam, eskiden Saîd-i Kürd-î diye bir takım risaleler yayınlayan, Türkçe bilmez, daha nokta ile virgülün nerede kullanılacağını bilmekten âciz, Şafiî mezhebinden bir Kürttür. Mütareke yıllarında İstanbul sokaklarında millî Kürt kılığı ile dolaşarak caka yapmıştır. Bu cakacı Kürt kendisine "Bedîüzzaman" demekte, müridleri de bu adı bir övünçmüş gibi kullanarak şeyhlerini bu adla ululamaktadır. Bedîüzzaman, "zamanın harikası" demektir. Kürt Said cidden zamanın harikasıdır. Yirminci yüzyıl gibi bir zamanda bu bilgisizliği ve iptidaîliği ile ortaya atılmakta gösterdiği pişkinlikle zamanın harikası, bundan daha fazla olarak da onbinlerce, belki yüzbinlerce Türk'ü ardına takmakta gösterdiği başarıyla gerçekten zamanın bir harikasıdır.Zamanın bu harikası, bu Kürt Said, aslında bir Kürt milliyetçisidir. Nasıl Moskofçular Türk milletini yıkmak için ortaya sosyal adalet ilkesiyle atılıyor, yoksulların davasını benimsemiş görünüyorlarsa, Kürt Said de ortaya Müslümanlık ve kardeşlik çığırtkanlığı ile çıkıyor. Kürtçülük davasını açıkça güdemiyeceği için, Türkçülüğü yıkacak ağuları Müslümanlık ve Nurculuk diye ileri sürüyor. Müritlerine veya kendi tabiriyle Risâle-i Nur şakirtlerine evlenmeyi yasak ediyor. Çünkü evlenip çocuk sahibi olurlarsa, o çocukların kötü ve dinsiz olma ihtimali varmış. Tabiî, dağdaki Kürdün bu büyük ve ilâhî buyruktan haberi olamıyacağı için, o evlenecek ve Kürtler çoğalacak. Herkesin sözüne inanan saf Türkler ise, büyük mürşidin buyruğu ile evlenmiyecek, böylelikle Türk soyu azalacak ve Kürt Şeyh Said'in 1924'de yapamadığını, Kürt Molla Said (yani Bedîüzzaman) kırk yıl sonra yapmış olacak.Kadını şeytanın askeri sayarak evlenmeyi yasak eden dinin, Zerdüşt dini olduğunu bilmeden koyu Müslümanlık adı altında bir nevi Mazdeizm yaptıklarının farkında olmayan bu beyinsizler sürüsüne ne demeli? Urfa'daki mezarının bir baş belası haline gelmemesi için, söylentilere göre, General Mucip Ataklı tarafından ortadan kaldırılmasından sonra, bu kaldırmaya inanmayarak Kürt Said'in oradan uçtuğuna inanacak kadar şuursuz olanlara ne denebilir? Millî talihsizlik, akıl hastanesi kliniklerinde yatması gerekenlerin halk arasında dolaşmasındadır. Ciddi tedbirler alınmazsa, bu dinî cinayet daha yıllarca sürecektir.Nur risalesi (kendi tâbirleriyle risale-i nur) denilen sayıklama kitapları pek çoktur. Beyni örümceklenmiş zavallılar bu sayıklamaları elle yazarak, yahut şapirografi veya taşbasmasıyla çoğaltarak onbinlerce satarlar. Bunu satmak için kasaba kasaba, köy köy dolaşan Nurcular vardır. Bunları satarak sevaba girerler. Sözde Türkçe olan bu sayıklama kitapları, Kürt hamalların fikir seviyesinde yazıldığı için, kimse birşey anlamaz. Anlamadığı için de, onda gizli hikmetler, yüksek gerçekler olduğu kuruntusuna kapılır.Bir zamanlar bu sayıklamalardan bana da bir tane yollamışlardı. Kendimi zorlayarak okuyabildiğim bir tanesinde, Kürt Said radyodan bahsediyor, dünyanın bir ucundan söylenen bir sözün kutudan duyulmasını kutudaki meleklerle açıklıyordu.İşte, aşağı tabaka ile birlikte doktor, mühendis ve avukatın da şeyhi, pirî olan, kendisinden "efendi hazretleri" diye söz ettikleri Kürt Said'in seviyesi budur.Fizikten, titreşimden haberi olmayan, müsbet bilimin kıyısından dahi geçmeyen bir yobaz, radyo hakkında ancak bu kadar düşünür. Fakat bilgisizliğini de anlamaktan âciz olan o kara cahil, bu katmerli bilgisizliğine bakmadan, Türkler aleyhinde hüküm çıkarmaktan da geri kalmıyor. Nur risalelerinin birinde, Ye'cüc Me'cüc denen ve dünyayı yok edecek olan korkunç yaratıkların Özbek, Tatar ve Kırgız gibi "akvâm-ı vahşiyye" (yani vahşi kavimler) olduğunu yazmıştı. Sevsinler medenî Kürdü!... Özbek, Kırgız ve Tatarlar arasında okuyup yazma nisbeti % 90'dır ve aralarında atom bilginleri de olmak üzere her bilim dalında yüzlerce bilgin ve uzman bulunmaktadır.Kendisini Nurculuğa kaptırmış olan bir avukatla geçen yıl aramda küçük bir konuşma olmuş, Kürt Said'de ne bulduğunu kendisinden sormuştum. "Kuran'ın en güzel tefsirini yapmıştır." diye cevap vermişti. Bu genç avukat eski yazıyı bilmiyor, Kuran'ın şimdiye dek en büyük İslâm bilginleri tarafından üç İslâm dilinde yapılan tefsirlerinden habersiz bulunuyordu. Bunu kendisine boşuna anlatmaya çalıştım. Bir kere çileden çıkmış, aklın ve mantığın dışına uğramıştı. Bir safsataya inanla uğraşmak neye yarar? Bugün devlete düşen görev, bunun sebeplerini arayıp bularak tedavisine gitmektir.Bana göre Tîcânilik, Nurculuk, yobazlık, komünizm ve partizanlık gibi hastalıkların sebepleri, milli ülküden yoksunluktur. Tıpkı normal yemek bulamayan aç çocuğun duvarı yalaması, yerde bulduğu faydasız ve zararlı şeyleri yemesi gibi, bağlanacak büyük bir ülkü bulamayan insanlar, abur cubur düşüncelere kurtarıcı diye yapışıyorlar. Çünkü insanlar bir fikre bağlanmaya mecburdur. Bu istidat insanlığın mayasında vardır. Bunu hiçbir kuvvet önleyemez.Türkiye'de gerçek ülkü olan Türkçülük türlü bahanelerle baltalanmasa, gerçek Türkçü olan eski "Milliyetçiler Derneği" 1953'de kapatılmasaydı, bunlara gelişme imkanı verilseydi, bugün memlekette partiler üstünde, gayet ateşli ve şuurlu bir milliyetçi topluluk bulunacak, hükümetler güç durumlarda bunlardan yardım isteyebileceklerdi.Türkçülük insanlara hiçbir vaitte bulunmuyor, maddi veya manevi birşey vermiyor. Yalnız istiyor... Fedakarlık ve feragat istiyor. Nurculuk ise cennet va'dinde bulunuyor. Ebedî saadet, cennette köşkler, yemekler, huriler va'dediyor.... Kafası işlemeyen, hatta aslında materyalist olanlar tabiî Nurculuğu seçecektir. Netekim bunu kendileri de söylüyor "Türkçülük mezara kadar... Ondan sonra ne olacak?" diyor... Tabiî ondan sonrasını kendilerine Kürt Said hazırlayacak.Kürt Said'in 1327 ( 1909 ) yılında, İstanbul'da Vezir hanındaki İkbal-i Millet matbaasında basılmış bir eseri vardır. Adı: "İki Mekteb-i Musîbetin Şahâdetnâmesi Yahut Divan-i Harb-i Örfî ve Saîd-i Kürd-î" dir. Kendisinin Saîd-i Kürd-î Yani Kürt Said) olduğunu tastik ettiği bu eserde, eserin muharriri diye de kendisini "Bedîüzzaman" diye taktim etmektedir. Eserin tâbii, yani editörü de "Kürdîzade Ahmed Ramiz" dir. yani dört başı mâmur bir eser. Bu 48 sayfalık eserin "hâtime" kısmı (44-48. sayfalar) Kürt Said'iin içyüzünü göstermesi bakımından çok ilgi çekicidir. Bunun aynen alıyor ve ağdalı bir dille yazıldığı için açık Türkçeye çeviriyorum: Ebnâ-i cinsime burada birkaç söz söylemezsem, bence bahs nâtamam kalır. ( Soydaşlarıma burada birkaç söz söylemezsem, bence bahis eksik kalır.)Ey Asurîler ve Keyânîlerin cihangirlik zamanından pişdar, kahraman askerleri olan arslan Kürtler!... Beşyüz sene yattınız. Yeter artık. Uyanınız. Sabahtır. Yoksa sahrâ-i vahşette vahşet ve gaflet sizi vahşet sahrasında yağma edecektir. Hikmet-i ilâhî denilen makine-î alemin nizamı ve telgraf hattı gibi umum âleme mümted ve müteşa'ib kanun-i nûrân-î ilâhînin müessisi olan hikmet-i ilâhî ufk-i ezelden engüşt-i kaderi kaldırmış, size emrediyor ki, tefrika ile katre katre müteferrik su gibi zayi olan hamiyet ve kuvvetinizi fikr-i milliyetle tevhit ve mezcederek zerrâtın câzibe-i cüz'iyyeleri gibi gibi bir câzibe-i umum-î millî teşkili ile Kürt gibi bir kütle-i azîmi küre gibi tedvir ederek şems-i şevket-i islâmiyye Osmâniyyenîn mevkibinde bir kevgeb-i münevver gibi câzibesini ittiba ile muvazene ve âheng-i umumiyyeyi muhafaza ediniz. ( = Ey Asurlular ve Ahemenidlerin cihangirlik zamanında, onların öncüleri ve kahraman askerleri olan arslan Kürtler! Beşyüz yıldır yattınız. Yeter artık. Uyanınız. Sabahtır. Yoksa vahşet ve gaflet sizi vhşet sahrasında yağma edecektir. İlâhi hikmet denilen âlem makinesinin nizamı ve telgraf hattı gibi bütün âleme dalbudak salan Tanrı'nın nurlu kanununun kurucusu olan ilâhî hikmet, ezel ufkundan kader parmağını kaldırmış size emrediyor ki: Ayrılık, gayrılıkla damla damla dağınık sular gibi boşa giden hamiyet ve kuvvetinizi milliyet fikriyle birleştirip kaynaştırarak zerrelerdeki küçük cazibelerden bir umumî ve millî cazibe teşkili ile Kürtler gibi büyük bir kütleyi dünya gibi döndürerek İslâm ve Osmanlı şevket güneşinin mevkibinde parlak bir yıldız gibi cazibesine uymakla muvazeneyi ve umumî ahengi muhafaza ediniz.)***Görülüyor ki Kürt Said, zavallı Kürtlere eski Asur ve İran ordularının hayali öncülüğünü yaptıracak kadar koyu bir Kürt milliyetçisidir ve çapraşık acemî ifadesiyle Kürtleri Kürt milliyetçiliği etrafında birleşmeye çağırmaktadır. Bunun hiçbir tevili, tesfiri yoktur. Beyninde ve gönlünde kötü düşüncesi olmayanlar, bu açıklıktan sonra onun bir İslâmcı değil, bir Kürtçü olduğunu kabule mecburdur.Bundan sonrasını, zaten anlaşılmaz ve bozuk ifadeli metinden sıyırarak yalnız tercümesini (evet, bu kelime yerindedir) vermek suretiyle okuyucuları boşuna yormaktan alıkoyacağım. Bundan sonra Kürt Said şöyle diyor:Süphan ve Ağrı dağları gibi geleceğin yüksek dağlarının doruğunda ayağa kalkmış, nefse esir olmayı yasak etmiş ve başkasına tecavüzü caiz görmeyerek şeriata dayanmış olan hürriyet sultanı yüksek sesle sizin gibi mâzinin en derin derelerinde gafil ve dağınık bir kavme, cehalet ve yoksulluğa hücum için "fen, sanat ve silâh başına, ileri arş" emrini veriyor.Hakikat denilen tabakalar altında örtülü ve mahpus kalmış ve istibdadın yok edilmesiyle omuzu üstünde olan cehalet ve gafletin hafiflemesi sayesinde harekete gelip kalkmaya teşebbüs etmiş bulunan hakikatler habercisi, size her cihetle haber veriyor ki, mahiyetinizde kaderin ektiği istidatları ve mukadderatınızı fiile çıkaran ve kavmi mahiyetinizde saklanmış olan seciyenizi maarifin hayat suyu ile sulamanın vaktidir. Yoksa kuruyup çürüyecektir.İhtiyaç denilen, medeniyetin babası ve ilerlemelerin kurucusu olan üstad, sillesini kaldırmış, size hükmediyor: Ya hayat ve hürriyetinizi bu vahşet sahasında yağma ettireceksiniz, yahut medeniyet alanında fen ve sanat balon ve trenine binerek istikbali karşılayacak ve olgunluğun Kâbesine koşacaksınz.Milliyet denilen mâzi derelerinde, hâl sahralarında ve istikbâl dağlarında çadır kurmuş olan Rüstem-i Zâl ve Selâhaddin-i Eyyubî gibi, herkesi başkasını haysiyet ve şerefiyle şereflendiren ve yüksek duyguların timsali olan milliyet fikriniz size kesin emirle emrediyor ki, her biriniz umum bir milletin hayatının mâkesi, saadetinin koruyucusu ve bütün milletin müşahhas misali oldunuz. Şimdiki gibi bir şahıs değil, bir millet kadar büyüyeceksiniz. Zira, maksadın büyümesiyle himmet de büyür ve millî hamiyetin galeyanıyla ahlâk da yükselir.Kavimlerin saadetinin sebebi olan ve millî hakimiyeti temin ile hayat makinesinin buharı olan hürriyetteki cüz'i iradeyi istibdadın söndürmesinden kurtaran ve şer'î meşveretin mayasıyla mayalandıran meşru meşrutiyet, sizi imtihan meclisine davet ediyor. Erginlik çağına vardığınızı ve vâsîye ihtiyacınız olmadığını görmek istiyor. İmtihana hazırlanınız. Varlığınızı birleşerek gösteriniz. Millî hamiyet ve şahsî fikir ve vicdanınızı milletin müşterek kalbi ve aklı gibi gösteriniz. Yoksa sıfır alacaksınız ve hürriyet şahadetnamesi elinize verilmeyecektir.Mâzide dağınıklığınıza sebebiyet veren birinizdeki bencillik fikri şimdi istikbalin medeniyet saadethanesinde icad fikrine, şahsî teşebbüse ve hürriyet fikrine inkılâb edecektir. Hattâ diyebilirim ki, başkalarının sükûtî medreselerine nisbetle sizin gürültülü olan medreseleriniz bir ilmî mebuslar meclisini gösteriyor. İmam arkasında fatihalar okuduğunuz zamandaki semâvî ve rûhânî vızıltılarınızda, mezhebî ve kavmî mahiyetinizdeki istidat, meşrutiyet sırrına kaderin bir îmâ ve nişanı vardır."İnsan için çalışmaktan başka yol yoktur" sözünün öteki ifadesi, şahsî teşebbüstür. Her kemâlin kurucu ve koruyucusu olan cesaret ve millî namus emrediyor ki, şimdiye kadar nasıl maddi şecaatte terakki ettinizse, şimdi de akıl ve medeniyet meydanında millî namusu çiğnetmeyiniz. Millî duyguların mâkesi olan, kıymetinizin ölçüsü olduğu halde ihmalinizle gayet çapraşık bununan diliniz, tûbâ ağacı gibi bir ağacın tecellisine müstatken, böyle kurumuş, perişan ve edebiyatsız kalmış olduğundan, diliniz sizden millî hamiyete şikâyette bulunuyor. İnsanda kaderin sikkesi sikkesi lisandır. Anadil tabiî olduğundan, kelimeler zihne kendiliğinden gelir. Zihin çatallaşmaz, O zihne giren bilgiler taş üzerinde oyulmuş gibi bâki kalır. Millî dille görünen herşey hoş gelir. Millî hamiyetin bir misalini size takdim ediyorum. O da Mutkili Halil Hayâlî Efendi'dir. Millî hamiyetin her şubesinde olduğu gibi, dil alanında da dilimizin esası olan elifbe, sarf (gramer) ve nahvini (sintaksını) vücuda getirmiştir. Hakikaten Kürdistan madeninde böyle bir hamiyet cevherine ratgeldiğinden, istikbalimizi onun gibi birçok cevherler ışıklandıracaktır.İşte bu zat bir hamiyet örneği göstermiş ve tekemmüle muhtaç dilimize bir temel atmıştır. Onun izinden gitmeyi ve temeli üzerine bina kurmayı hamiyet sahiplerine tavsiye ediyorum.Bedîüzzaman Saîd-i KürdîKürt Said'in tam bir Kürt milliyetçisi olduğunun bu yazıdan daha kesin bir tanığı olamaz. Böyle olmayıp da, yalnız geri kalmış Kürtleri kalıkındırmak amacı gütseydi, onlara "Bilgi sahibi olun" demekle yetinir, medeni ve ebedî Türkçe dururken, millî dil diye kaba ve iptidaî Kürtçeyi tavsiye etmezdi. Meşrutiyetin memlekette yaptığı sarsıntıdan ve otoritenin zaruri gevşemesinden faydalanarak, Türkiye'yi parçalamak ve kendi cemaat gayelerini gerçekleştirmek isteyen Hıristiyan tebaalar gibi, bu müslüman kardeş de İmparatorluğun bütün yükünü ve çilesini çekmiş olan Türkleri vurmaya çalışıyor. Kendilerine tarih ve şeref uydurmak ihtiyacında olan bütün iptidaî cemaatler gibi, roman kahramanı olan Zâloğlu Rüstem'i ve ancak anası Kürt olan Selâhaddin Eyyubî'yi Kürt kahramanı diye ileri sürüyor. Kürtlerin mevhum meziyetlerinden bahsediyor. Kısacası, onlara devlet kurdurmaya çalışıyor. Tabiî devletin buna müsaade etmeyeceğini anladıktan sonra, Saîd-i Kürd-î adını Saîd-i Nursî yaparak ve Nur risaleleri diye cehlin ve taassubun örneği olan karalamalar düzerek, bir din mürşidi gibi ortaya çıkmaya başarıyor.Bizim için şaşılacak nokta, onun şu veya bu davranışı değil, onbinlerce, belki yüzbinlerce gafil Türk'ün, bu cahil Kürd'ün arkasından gitmesi, onun cahilâne ve hâinâne öğütlerine körü-körüne boyun eğmesidir.Şimdi bu gafil Türklere hitap etmek istiyorum:Siz, Türk ve Müslüman mısınız? Türkseniz, hangi sebeple cahil bir Kürdün ardından gidiyor, onun telkinleriyle kendi ırkınızı, kendi dilinizi hor görüyorsunuz? Aranızda "Türkçe de dil mi?" diyen ahmaklar, resmî dilin Arapça olmasını isteyen hainler var. Siz ne biçim Müslümansınız ki, cahil bir Kürd'ün telkini ile evlenmeyi lanetliyor, dinsiz çocuklar yetişir de günaha gireriz diye bekâr kalmaya azmediyorsunuz? Putperest olduğunuzun farkında değil misiniz? Bir cahil Kürd'ün sakalını, tırnaklarını, abdest aldığı suyukutsal emanetler gibi saklamak hangi Müslümanlığın, hangi insanlığın, hangi temizlik kaidesinin, hangi şuurun işidir? Uyanın! Radyoyu melekle açıklamaya kalkan bir budalanın müridi olarak eşe dosta, dosta düşmana karşı gülünç olmayın. Müslümanlık, temeli atılmış, büyük bilginlerini yetiştirmiş, tedvin olunmuş bir dindir. Onun yeni baştan açıklanması için Kürt Said gibi maskaralara ihtiyaç yoktur.Bana bu yazıyı yazdıran, Trabzon'dan yollanan acayip bir nesne oldu. Çok küçük boyda, 8 yapraklık bir broşür olan bu nesne, hangi basımevinde basıldığı belli olmayan bir Said-i Kürd-î reklamıdır. Gönderen, O. Nuri Kurt adında tanımadığım birisidir. İçinde Kürt Said'in sayıklamalarından parçalar var. İkinci yaprağın ikinci yüzündeki şu hezeyana bakın:"Aziz, sıddık kardeşlerim:Siz kat'î biliniz ki, risâle-i nur şakirtlerinin meşgul oldukları vazife rûy-i zemindeki en muazzam mesâilden daha büyüktür."***Evet! Sizin vazifeniz cidden büyüktür. Haçlıların, bozuk iradenin, azınlık ihanetlerinin yıkamadığı Türkiye'yi cehaletiniz, gafletiniz ve hamakatinizle yıkacaksınız. Türklüğü inkâr ederek, şeriati Anayasa ve Medenî Kanun durumuna getirerek, evlenmiyerek, yalnız kalan kadınları evlere tıkarak, eski yazıyı getirip Arapçayı resmi dil yaparak, İslâmiyetten önceki tarihimizi küfürdür diye kitaplardan kazıyarak Türklüğü yıkacaksınız. Bunu yaparken, ölü Stalin'le, sağ Makaryos'un müttefiki olduğunuzun asla farkında olmıyacaksınız. Müslüman geçindiğiniz halde Peygamber'in "Evlenip çoğalınız" anlamındaki hadîsini hiçe sayarak, Kürt Said'in evlenmemek hususundaki hezeyanlarına baş eğmekle kimin ekmeğine yağ sürdüğünüzün farkında olmıyacak kadar acınacak yaratıklarsınız.Neymiş o sizin meşgul olduğunuz büyük vazife? Bir odaya kapanıp Kürt Said'in hezeyanlarını okuyarak kendinizden geçmek mi? Bu zavallı ve gülünç halinizle siz, aslında ruhî tababetin ve marazî ruhiyatın konusu olabilirsiniz. Kendisi genç ve güzel bir kadın olduğu halde, ihtiyar, çirkin ve kör bir zenci ile evlenen Amerikalı artist gibi anormal zevk sahipleri dünyada seyrek görülen nesne değildir. Sizinki de kendi içinizde kalsa, Türklüğün aleyhine yönelmese, belki böyle sayılabilir. Fakat Cennet va'di ile gafilleri avlıyor, onların milli duygusunu yıkıyor ve Türklükten ayırıyorsunuz. Araplarla aramızda bir dâva oldu mu, mutlaka Arapları haklı buluyorsunuz. Türk - Arap savaşı olursa, "Din kardeşime silâh çekmem" diyorsunuz.İşte, sizin üstadınızın kimliğini kendi yazısıyla gösterdim. Onun bir Kürt milliyetçisi olduğu apaçık ortaya çıktı. Bu açıklamadan sonra, gerçeği kabul edip de Türklüğe dönerseniz, hoş... Yine eski sapıklıkta inat ederseniz, sizin vicdanınızdan şüphe etmeli...

5 Nisan 2008 Cumartesi

HARAMİLERİN SALTANATINI YIKACAĞIZ... TODER'DE GENEL KURULA...



SEVGİLİ ALPER KORKMAZ’IN GURUBA YAZDIĞI YAZI ÇOK ANLAMLIYDI ONA VE ÖZELLİKLE DE GURUBUN TAMAMINA BU YAZIYI YAZMA GEREĞİ HİSSETTİM… GÜN BİRLİK OLMA GÜNÜDÜR GÜN MÜCADELE GÜNÜDÜR…

“Eskiden güzel tiyatro oyunları olurdu ailece giderdik.şimdi bakıyorum tiyatrocu diye lanse edilen kişiler ve senaryolar hep belden aşağı ve ucuz küfür edebiyatı üzerine yoğunlaşmış.ailemle çok istediğim halde tiyatroya gitmeye korkuyorum.çünkü orada çocuklarımın küfürlü ve argo kelimeler duymasını istemiyorum.aslında anlatacak çok şey var ama neyse..siz tiyatrocular ;işinizi düzgün yapsanız akp ye ihtiyacınız kalmaz,gerekli finansı kolayca elde edersiniz zaten..birilerini suçlu göstereceğinize silkinip kendinize bakın...yaptığınız işin tek ilacı sizsiniz...işinizi iyi yapın.” Diyor Alper KORKMAZ

Ağzına sağlık Alper arkadaşım... Eskiden ne güzel tiyatro oyunları vardı giderdik demişsiniz... 12 eylül darbesi bu ülkenin üzerinden silindir gibi geçti.. 12 Eylül öncesinde tiyatro altın dönemini yaşadı ve çok tiyatro ve birbirinden güzel oyunlar sergilendi çokta iyi oyuncular yetişti. 80 sonrası bu nitelikli insanların bir çoğu tiyatro yapmanın koşulları olmadığı için yapamadılar...

Tiyatro yapmanın koşulları niye yoktu? Sanat özgür ortamlarda gelişir.. 12 Eylülle beraber bir kere tiyatronun Anadolu ya ulaşmasında köprü vazifesi gören dernekler kapandı.. Tiyatro Anadolu ya ulaşamaz oldu ve yavaş yavaş kalk sanatından koparılmaya başlandı. Yasaklar ve sansür nedeniyle de tiyatro yapmak zorlaştı. Bu süreçte aklı başında oyunlar sergileyebilecek olanlar bu işin koşulları olmadığı için ve tiyatroyu sadece karın doyurma aracı olarak görmediklerinden. İşlerine saygısı olan ve sanatçı titri olan insanlar yapmamayı yeğlediler..

Tiyatro yapmaktan başka bir yeteneği olmayanlar.. Israrla bu işi sürdürmek istediler elbette tiyatronun da yaşaması lazımdı.. Ama düzene uymasalar ve direnerek yapsalardı belki de bir takım bedeller ödeme pahasına tiyatroyu yaşatacak ve ayakta tutacaklardı. Öyle olmadı 80 den sonra ya yaptıkları işin içini boşalttılar yada yardım tiyatrosu olmayı seçip 80 den sonra devletin dağıttığı ulufeden nemalanmak adına az kadrolu oyunlar sergileyerek devletten aldıkları paraları repolarda değerlendirme yolunu seçtiler.

Bu süreçte gerek tiyatroda oyun anlamında vede yeni insan malzemesinin yetişememesi yüzünden oyuncu anlamında ciddi bir gerileme ve entelektüel seviyenin azalması gözlenmeye başladı.. Yanına üç beş kişi toplayan ben tiyatroyum diye ortaya çıkmaya başladı.. Ve zaten kurumlaşma sıkıntısı olan tiyatro kurumlaşamadı. Kurumlaşamamakla beraberde kendi özgün kuramını da üretemedi.. Popülizm hakim olmaya başladı... Ya popüler kadrolarla popüler prodüksiyonlar yapıp tiyatronun metalaşmasına hizmet edeceksiniz yada yaptığınız işin içini boşaltacaksınız.. İkisinden biri dayatıldı.. Tabi birileri hemen işin kolayını buldular ve kimin ekmeğini yersem onun borusunu çalarım babından borazancılık yapmaya başladılar... Karınları doydu belki para kazandılar ama tiyatroculuklarını kaybettiler.

Ben bu konuda söyleyecek ve yazacak çok şeyi olan bir insanım... Tiyatro adamıyım... Her türlü platformda da saatlerce tartışabilirim... Ama tartışacağım insanlarla aynı düzeyde ve aynı düzlemde değilsem tartışmam.. O yüzden bunlar benim son cümlelerim olacak... Tiyatronun sorunları yada tiyatronun dünü bu günü yarını gibi bir gurup yada platform olabilirse orada en demokratik bir biçimde üslubunuzu ve tarzımızı koruyarak tartışabiliriz.. Bence bunları konuşmanın sorgulamanın ve tartışmanın zamanı geldi de geçiyor bile... Öncelikle belki oturup kavramları yeniden konuşabilir ve kavramlar üzerinde netleşebiliriz. sanatçı kavramını ve tiyatronun ne olduğunu öncelikle konuşalım bence..


Evet önce kendimizi sorgulamalıyız.. Kabahatin çoğu bizim.. Biz buraya bağcıyı dövmeye gelmeyelim.. bağa sahip çıkalım bu güne kadar örgütümüze sahip çıkamadığımız için bizim bıraktığımız boşluğu birileri doldurdu.. Sahip çıkalım... bağcıyı bırakıp bağı işgal edelim ele geçirelim sahip çıkalım.. Bu emektir bu kavgadır.. Gelin arkadaşlar kavgamızı genel kurulda yapalım ve TODER 'i genel kurula götürelim.


Tiyatroya seyirci gelmiyorsa seyirciyi suçlamak ve halk tiyatroya ilgisiz demek yerine şapkalarımızı önümüze koyup düşünmeliyiz.. Hangimiz 12 eylülden sonra tiyatro yapabildik... Yada yapılanların kaç tanesi tiyatroydu.. 80 den sonra çok yaygın ifadeyle her şey merdiven altlarında üretilir oldu buna tiyatroda dahil... Oyuncusu dekoru ışığı idare yeri olmayan kurumlaşamamış... Bireysel çıkarlara hizmet eden işlerin kaç tanesi tiyatroydu.. Neden hep seyirciyi suçluyoruz seyirciye ne verdik onun önüne sürüp te tiyatro diye adlandırdığımız şeyin tiyatro olmadığını bakın arkadaşım ne kadar güzel ifade etmiş "eskiden tiyatrolar vardı güzel güzel oyunlar oynanırdı" diyor.. Evet Tiyatro eskiden VARDI... Şimdi de ve her zaman var olacak..
RAMP IŞKLARIMIZ SÖNMESİN.. SPOTLARIMIZ HER ZAMAN YANSIN..
ÇÜNKÜ ONLAR EN ÇOK TİYATRO SPOTLARINDAN KORKARLAR…


Yunus Emre güzel bir deyişle anlatmış bunu...
"HALKI TANEYLEMEK NEMİZ BİLCÜMLE VEBAL BİZDEDİR...
Ve açsak, yorgunsak, Alkan içindeysek eğer Ve hala şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak Kabahat senin, demeğe de dilim varmıyor ama Kabahatin çoğu senin, canım kardeşim.Nazım Hikmet

Sayın Nedim Saban'ın istifasını da yerinde bulmuyorum. Bu işin kolayını seçmek yada kavgadan kaçmaktır.. Hayır arkadaşlar biz kalıp adam gibi dövüşeceğiz.. GENEL KURULDA...Şimdi yapılacak şey üye olmayanların üye olmaları üye olanların üyeliklerini tazeleyerek derneği genel kurula götürecek çoğunluğu sağlamaktır... Üye olma işlemleriniz için Ali Yaylı gereken yardım ve kolaylığı gösterecektir... EMEKÇİLER ELELE GENEL KURULA... MEVZİ SAVUNMASI YAPACAĞIZ VE TODERİ GERÇEK SAHİPLERİ TİYATRO EMEKÇİLERİ KAZANACAKTIR...

Ve açsak, yorgunsak, Alkan içindeysek eğer Ve hala şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak Kabahat senin, demeğe de dilim varmıyor ama Kabahatin çoğu senin, canım kardeşim.Nazım Hikmet

Bir diriye bağırsaydın elbette duyururdun,Neylersin ki,senin bağırdığındaHayattan eser yok.Yok mu gerçekten hiçbirinizde hayattan eser? Boşa mı gitti gerçekten de çağrım?Kaldır başını kan uykularındanBöyle yürek, böyle atardamar Atmaz olsun.Ses ol, ışık ol , yumruk olKarayeller başına indimeden çatını
(yada kara eller geçirmeden başına çarşafı)Sel suları bastığın toprağı parça parçaAlıp götürmeden denizlere
(yada babalar gibi satmadan ellere)Çabuk ol.Yollar kesilmiş, alanlar sarılmışAlıcı kuşlar fırıl fırıl tepende.Benden geçti mi demek istiyorsun,Aç iki kolunu iki yana;Korkuluk ol.Rıfat ILGAZ.Sen dokuz şubat ta Sıhhiye de olmayan, sen kan uykusundaki, yaptın mı tercihini korkuluk musun? Yoksa ses mi, ışık mı olacaksın? Olacaksan artık ne zaman olacaksın? Devrim muhafızları kapına dayandığında mı? Elini taşın altına sokmanın zamanı geçeli on yıllar oluyor hala uzatmayacak mısın parmağını? Sen değilse kim, şimdi değilse ne zaman? Hala eksi 30 derecede mermi altında, kar üstünde vatan savunan askerden mi bekleyeceksin her şeyi, yada namlu ucunda adalet dağıtıp, rejim kollayan bir avuç hakimden mi? Hani Sıhhiye ye kadar gelme zahmetine katlanıp destek vermediğin arkandayız demediğin insanlardan mı?Uyan artık kan uykusundan bak ne diyor İtalyan Atatürk ün başına türban taktılar La Stampa. Ölüm zillet midir artık sana bunun yanında?Beyler bu vatana nasıl kıydınız?Günü gelir çark düzüne çevrilir, Günü gelir hesabınız görülür, Günü gelir hesabınız sorulur. Nazım HikmetHesap sorulacak sanır mısın ki sadece Akp lilerdir?
Hesabın büyüğünü senden soracak ey sen kan uykusundaki; bu ülke, bu ülkenin geleceği çocukları neredeydin sen bütün bunlar olurken diye. Ne diyeceksin o gün hava soğuktu kar yağacak dendi, provakasyon olacak itiş kakış olacak dendi mi diyeceksin eksi otuz derecede, karlar üstünde şehit düşen Mehmet e karşına dikildiğinde? Yarın çocuğun karşına dikildiğinde neredeydin anne, baba dediğinde çalışıyordum yazın tatile gidebilmek için kullanamadım iznimi mi diyeceksin? Ben korkuluktum mu diyeceksin nasıl bakacaksın yüzüne ey kan uykusundaki?
Asıl hötülük kötülüğe karşı durmamaktır..Bir çeşme başına bi testi koysalar,Kırk yıl anda dursa, dolası değil.Yunus EMREHer rüzgarda otlar gibi eğilip bükülürsen,Dağ bile olsan bir ota değmezsin.MevlanaAnla artık uyuyarak yapılamaz hiçbir şey ben kırk yıl bağırsam Sıhhiye de, Tandoğan da, Taksim’de, Kadıköy’de…o karşı darbe dönesi değil, sen dağ olduğunu farketmeden.
O meydanlar onbinlerle değil milyonlarla sayılmadıkça, sesini sesime katmadıkça. Ne bekliyorsun karısı erkek görünce kafasını halıların altına sokan Haşim Kılıç ın başkanlığındaki Anayasa Mahkemesi üyelerinden hala Sıhhiye deki bir avuç insana güvenip kafalarını taşın altına uzatmalarını mı? Şehidinin kanı daha kurumamış Yargıtay ın kan uykusundakilere güvenip tekrar şehadeti göze almasını mı bekliyorsun hala? Şimdi bana 14 nisan masalları mı anlatacaksın yoksa milyonları topladık da ne oldu diye? Ne mi oldu? Tüm dünya gücümüzü gördü, ordu, yargı yalnız olmadığını hissetti bugünün aksine. Hala 22 Temmuz mu diyeceksin bana? Peki ne yaptın 14 nisanla 22 temmuz arasında onu anlat bana.Yıllardır kandırılıp borçlandırılmış millete istikrar yalanları söylenirken, istikrar bozulursa yanarsın masalları anlatılırken ne yaptın? Meydanlardaydım ya yetmez mi mi diyeceksin. Bağırdım çağırdım bitti işim mi diyeceksin? Yada mitingler ters tepti, askerin müdahalesi akp ye yaradı masalına inacak kadar safım mı diyeceksin? Seni kan uykusundan uyanmaya sesini sesime, gücünü gücüme, emeğini emeğime katmaya ama önce burada olduğunu kanıtlamaya, bizim için çalışanlara yanındayız demeye çağırıyorum. Yoksa yine meydanlarda görünüp kaybolmaya değil kan uykusundan uyanmaya, çalışmaya parmağınla bile olsa taşın altına girmeye .Cesaretli olmak iyidir, çekingen olmak kötüdür. Çünkü yazgı,üstünde egemenlik kurmayı umanların bir cengaver gibi davranmasını ister.Em. Org. Osman PamukoğluÜlkenin yazgısı geriye döndü ve biz seyrettik, seyretmenin uyumanın zamanı geçeli yıllar oluyor zaman, son zaman şimdi; ya hemen, ya hiç. Cumartesi orada olmayanların verecek kabul edebileceğim bir cevabı yok.Artık tek cevap meydanlarda, derneklerde, STK larda, hatta partilerde olmakta.Tek özür, tek yol ve tek kurtuluş bu artık.Ve açsak, yorgunsak, Alkan içindeysek eğer (ve Mustafa Kemal üç kuruşluk İtlyan ın diline düştüyse eğer)Ve hala şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak Kabahat senin,  demeğe de dilim varmıyor ama Kabahatin çoğu senin, canım kardeşim.Nazım Hikmet Benim dilim varıyor maalesef vatan şairi ve eminim sen de görseydin eğer bugünleri, koca Gazi Kemal e türban giydirmişler cüretinin bir İtalyan a verildiğini görseydin eğer senin de dilin varırdı eminim. Orada olmayanlar olsam ne değişirdi diyenler; eğer orada onbinler değil en az beş milyon inanmış insan olsaydık 555K nın korkusunu üzerinden atamamış çakal sürüsünün eli varmazdı o paçavra tasarıya evet demeye . Ve olmadığımız için sadece internette yada facebook da boy göstermeyi yeterli bulan sen orada olmayan kabahatin hepsi sende !!Ey Vatan!Arkadaşlar Uykularından Uyansın,Uyuyarak Yaşanmaz.Karanlığı Güneş Boğar.Uyanın, Uyanın, Uyanın Artık Kan Uykusundan!!!!!!!!

TİYATRO KÖFTE.....

27 Mart Dunya Tiyatrolar gununde IBST HarbiyeMuhsin Ertugrul Sahnesi yikilma hazirligi yaparken,Kultur Bakanligi Ataturk Kultur Merkezini onarim bahanesiyle kapatma surecine girerken, Eminonu Halk Egitim Merkezi Sahne Sanatlari kapatilirken, İstanbul universitesi Ogrenci Kultur Merkezi kapatilirken ekteki fotograf artik Sahnelerimizin "ekmek arasi" kofte durumunu cok iyi anlatiyor.

Onundeki "POLIS" bariyer -korumasi da "nazarlik"... Tum Kultur ve sanat kurumlarimiz "mezarlik " olurken bu nazarlik cok anlamli...

4 Nisan 2008 Cuma

El Kadı'ya ŞOK!

03 Nisan 2008 Perşembe 17:15
Danıştay, Başbakan Erdoğan'ın da isminin karıştığı Yasin El Kadı'nın malvarlığının dondurulması davasında karar verdi.Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, Suudi iş adamı Yasin El Kadı'nın ''karar düzeltme'' istemini reddetti. Kurul, El Kadı'nın tüm hak ve alacakları ile mal varlıklarının dondurulmasına ilişkin Bakanlar Kurulu kararının iptaline ilişkin 10. Daire kararını esastan bozmuştu.
Yasin El Kadı, ''Terör örgütleri, kişi ve kuruluşların Türkiye'de bulunan bankalar ve diğer mali kurumlar ile gerçek ve tüzel kişiler nezdindeki kiralık kasa mevcutları da dahil olmak üzere tüm hak ve alacakları ile mal varlıklarının dondurulması ve bu mal varlıklarıyla ilgili her türlü işlemin Maliye Bakanlığının iznine bağlanması'' yönündeki 22 Aralık 2001 tarihli Bakanlar Kurulu kararının ''kendisine ilişkin kısmının'' iptali istemiyle Danıştay'da dava açmıştı.
Danıştay 10. Dairesi, Suudi iş adamı Yasin El Kadı'nın tüm hak ve alacakları ile mal varlıklarının dondurulmasına ilişkin 22 Aralık 2001 tarihli Bakanlar Kurulu kararının Yasin El Kadı'ya ilişkin bölümünü, ''hakim kararı olmaksızın davacının hak ve alacakları ile mal varlığının dondurulmasına karar verildiği'' gerekçesiyle iptal etmişti. Davalı Başbakanlık ve Dışişleri Bakanlığı, Danıştay 10. Dairesi'nin bu kararını temyiz etmiş, temyiz istemlerini görüşen Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu ise 10. Dairenin kararını esastan bozmuştu. Davacı Yasin El Kadı, Kurul'un bozma kararına karşı ''karar düzeltme'' isteminde bulundu. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, ''karar düzeltme'' istemini reddetti. Bu karardan sonra dava dosyası 10. Daire'ye gidecek. Kurul kararı, bağlayıcı nitelik taşıyor. -NASCO NASREDDİN A.Ş İLE İLGİLİ KARAR- Kurul ayrıca, Nasco Nasreddin Holding A.Ş'nin, ''Terör örgütleri, kişi ve kuruluşların Türkiye'de bulunan bankalar ve diğer mali kurumlar ile gerçek ve tüzel kişiler nezdindeki kiralık kasa mevcutları da dahil olmak üzere tüm hak ve alacakları ile mal varlıklarının dondurulması ve bu mal varlıklarıyla ilgili her türlü işlemin Maliye Bakanlığının iznine bağlanması'' yönündeki 1 Ekim 2002 tarihli Bakanlar Kurulu kararının ''kendisine ilişkin kısmının'' iptali istemiyle açtığı davayla ilgili temyiz istemini de görüştü. Söz konusu davada, Danıştay 10. Dairesi, dava konusu işlemi iptal etmişti. Davalı Başbakanlık ve Dışişleri Bakanlığı kararı temyiz ederek, bozulmasını istedi. Temyiz istemini görüşen Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, Daire'nin kararını bozdu.

VATAN HAİNİ

LUTFEN YÜKSEK SESLE DİNLEYİNİZ...

HATTA ÖYLE YÜKSEK OLMALI Kİ AŞAĞIDAKİLER YUKARDAKİLER DUYMALI...

NAZIM HİKMET VATAN HAİMLİĞİNE DEVAM EDİYOR HALA...

"Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.

Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz dedi Hikmet.

Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.

"Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar,

üç sütun üstüne,kapkara haykıran puntolarla,bir Ankara gazetesinde,

fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson'un66 santimetre karede gülüyor,

ağzı kulaklarında, Amerikan amirali

Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira.

"Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz dedi Hikmet.

Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."

Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz,

ben yurt hainiyim, ben vatan hainiyim.

Vatan çiftliklerinizse,kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,

vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,

vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,

fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,

vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,

vatan, mızraklı ilmühalse,

vatan, polis copuysa,ödeneklerinizse,

maaşlarınızsa vatan,vatan, Amerikan üsleri,

Amerikan bombası,

Amerikan donanması, topuysa,vatan,

kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,

ben vatan hainiyim.

Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla:

Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.

ULUSALCI OLMAK, YURTSEVER OLMAK, CUMHURİTETTEN DEMOKRASIDEN BARIŞTAN VE İNSAN HAKLARINDAN YANA OLMAK VATAN HAİNLİĞİYSE EĞER..

BEN DE...

VATAN HAİNİYİM.. VE DEVAM EDECEĞİM...

"AKP'Yİ ABD KURDURDU"

Emekli Tümgeneral Osman Özbek, başını CHP'li Mehmet Tomanbay'ın çektiği, Demokratik Değişim Hareketi'ne bağlı Siyaset Akademisi'nce düzenlenen konferansta bir konuşma yaptı. Büyük Ortadoğu Projesi'nin en başta gelen hedefinin, Türkiye'de AKP'nin yeşertilmesi, iktidara getirilmesi, ikinci önemli maddesinin ise CHP'nin çökertilmesi olduğunu ileri süren Osman Özbek, "ABD, CHP'yi Irak'taki Baas Partisi gibi görüyor. Nasıl Baas'ı çökerttiler, CHP'yi de çökertebilirler diye düşünüyorlar" dedi. "AKP'nin temelleri, ABD'nin Yeşil Kuşak Projesi ve 12 Eylül'den geliyor" diyen Osman Özbek, AK Parti'nin kuruluşu ile ilgili şu çarpıcı anılarını anlattı: Şimdiki Kayseri Belediye Başkanı Mehmet Özhaseki, benden vali aracılığıyla randevu istedi. Çünkü vermiyordum randevu. O zaman Melikgazi Belediye Başkanıydı. " Buyrun" dedim. "Ne istiyorsunuz"? 'Komutanım' dedi. Abdullah Gül, Refah Partisi'nden ayrılıyor, bir parti kuruyor ve Başbakan oluyor' Sene 1998. 'Seninle görüşmek istiyor. Sen, ben, Abdullah Gül, bir bağ evinde görüşme yapacağız' dedi. Ben de ona, bu gibi düşünceleri nereden çıkardığını sordum. Türkiye'de öyle bir şeyin olamayacağını söyledim. Çünkü daha 28 Şubat süreci devam ediyordu. Ben öyle deyince, 'Amerika kararını verdi' dedi. O sıralarda da Doğu Perinçek yazıyordu, Amerika kararını verdi. Tayyip Erdoğan Başbakan, Abdullah Gül Dışişleri Bakanı diye. Kimse ciddiye almıyordu. Ankara'ya tayin oldum. İçişleri Bakanlığı'ndan önemli bir bürokrat benden randevu istedi. Geldi.'Komutanım, yeni bir parti kuruluyor, ben de o partinin danışmanıyım. Beni Recep Tayyip Erdoğan gönderdi, Osman Paşam bana bir saatlik randevu versin diyor' dedi. Bu nereden çıktı şimdi dedim. Hani Abdullah Gül parti kuruyordu? ABDULLAH GÜL İKİNCİ ADAM 'Abdullah ikinci adam' dedi. 'Esas lider Erdoğan' dedi. 'Her şey planlandı' dedi. '57. Hükümet dağılacak. Tarihe karışacak. Sen bir saat ayır Recep Tayyip Erdoğan'a. Senin geleceğin için de hayırlı olur' dedi. O sıralar Erdoğan cezaevinden yeni çıkmıştı. İki ay sonra bir vali, rahmetli Oğuz Berberoğlu geldi.Erzurum'da beraberdik. 'Beni Recep Tayyip Erdoğan gönderdi. Osman Paşam bana bir saat randevu versin diyor' dedi. Ben iki ay önce de haber gönderdiğinde kabul etmedim dedim. 'Biliyorum dedi. Bir sürü de laf etmişsin. Hepsini biliyorlar'dedi. " Ben Erdoğan'ın başdanışmanıyım" dedi. 'Amerika her şeyi planladı' dedi. Amerika yıllar sonra kurulacak hükümeti planlıyor. İnsanlar bana gelip bunu söylüyor ben generalim. Bunları ben Erciyes Üniversitesi'nde bir panelde söyledim. Televizyona çıktım. Yalansa televizyona bağlansın dedim Özhaseki için. Ama bağlanamadı" Konuşmasında, PKK terörünün büyümesinden dolayı 12 Eylül yönetimi ve Turgut Özal'ı suçlayan Özbek, "12 Eylül'ün daha sonraki uygulamalarına tamamen karşıydım. Türkiye bu hale gelmişse, kesinlikle 12 Eylül'ü yapanların sorumluluğu vardır. PKK ile mücadele bile etmemiştir 12 Eylül yönetimi. Kenan Evren ile Turgut Özal'ın, özellikle PKK'ya karşı ihanete varan sorumlulukları olduğunu düşünüyorum. Bunu daha önce de söyledim. Hatta tartıştık televizyon kanallarında Kenan Evren ile. Hatta 12 Eylül darbesi yapıldığında Amerikalıların "bizim oğlanlar yaptı" dediklerini biliyoruz. Şimdi de sivil oğlanların devri. Sivil oğlanlar Anayasa'yı Amerika'ya götürdüler ya. O zaman şapkalı bizim oğlanlardı, şimdi de takkeli bizim oğlanlar. Hiçbir fark yok yani" şeklinde konuştu. MİLLİYETÇİ YEDEK PARÇA "AKP'ye karşı laik cumhuriyetin korunması konusunda tüm partilerin dayanışma noktasında olması gerektiğini düşünürüm"diyen Emekli Tümgeneral Osman Özbek, "Ama MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin ip atışı, 'Sen ey Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanı olsan da, okyanus ötesine kaçsan da seni oradan indirmek ve yargılamak bizim görevimizdir' diyen bir MHP'den, bir 'Milliyetçi Yedek Parça' doğdu. Bahçeli, 'Türkiye şimdiye kadar hiç bu kadar onursuz yönetilmemiştir. Abdullah Gül en başarısız Dışişleri Bakanıdır' demiştir. Ama cumhurbaşkanı seçimine gelinince, anlaşılmaz bir şekilde biz karışmayız demişlerdir. Sen sıfır başarılı bir Dışişleri Bakanı'nın Cumhurbaşkanı olmasına nasıl karşı çıkmazsın? MHP, laik cumhuriyeti savunmamıştır, MHP şu anda kuşkulu bir parti haline gelmiştir. Bu da liderinden dolayı olmuştur. Liderinin değişmesini, ben CHP'den daha çok istiyorum"ifadelerini kullandı. MHP önüne emekli subaylar derneği üyelerince siyah çelenk bırakılması olayına da değinen Özbek, "Siyah çelenk olayı da ayrı bir olaydır. MHP, kurmay Albay Alparslan Türkeş'in kurduğu bir partidir. 12 Eylül'den sonra partiyi ayağa kaldıran, Emekli Orgeneral Hüseyin Cevizoğlu'dur. Oraya siyah çelenk götüren arkadaşlarımız, o partiden böyle bir tutum beklemedikleri için bunu götürmüşlerdir. Onlarsa, bir çelenge bile tahammül edememişlerdir. Emekli subaylar, MHP'ye demokratik tepkilerini yansıtmak için yapmışlardır. Sen çıkıp onları çaya davet etsene. Sana yakışan bu değil midir?"diye konuştu. BÜYÜKANIT'I DA ELEŞTİRDİ Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu dahil, din adamlarının saç baş kapanmasının dinimizde şart olmadığını belirttiğini savunan Özbek,"Din adamları şart değil diyorsa, sen bu kızlarımızın başlarını niye kapattırıyorsun? Laik bir ülkede Anayasa dini gereklere göre değiştirilir mi? AKP, laik cumhuriyeti şaşırtmıştır"şeklinde ifadeler kullandı. Kuzey Irak'a gerçekleştirilen kara harekatının erken tamamlanması konusundaki tartışmalara da değinen Özbek, "Bana göre, hükümete çatıyor CHP Genel Başkanı Deniz Baykal. Sayın Genelkurmay Başkanı üzerine alındı. Bana göre alınmamalıydı. Bu havada gidilir miydi Irak'a? Gidince neler oldu bakın, birbirimize düştük. ABD Savunma Bakanı, operasyonla ilgili olarak Türkiye'ye mektup yazdı. Mektubun içeriği açıklanmadı. Kolu sakat olmasına rağmen kalktı geldi ültimatom vermeye. Bu ziyaret kabul edilmeyebilirdi. Randevu verilmeyebilirdi. Barzani Rice ile görüşmedi aynı günlerde. Barzani bile ABD'ye tepkisini koyabildi, biz koyamadık"dedi. Özbek, Jandarma Eski Genel Komutanı Eşref Bitlis'in uçağının düşmesinin suikast olup olmadığının sorulması üzerine de şu görüşleri dile getirdi: "Eşref Bitlis'in Genel Sekreteriydim. Eşref Bitlis'i ben yolcu ettim. Uçağı düşünce de ilk koşan ben oldum. Eşref Bitlis, Hakurk'ta, Zap'ta, 7-8 PKK kampında ABD'nin İncirlik üssünde askerlerine verdiği ilaç ve erzakın bulunmasından çok rahatsız oldu. Ben kamplardan alınıp getirilen bu malzemeleri gördüm onun makamında. Komutanımız bundan son derece rahatsızdı. ABD'lilerden ve İngilizlerden çok rahatsızdı. Çok büyük oyunlar oynanıyor. Herkesin bunun farkında olması gerekiyordu. Eşref Paşa düşürüldü demiyorum ama şüphelenmek lazım" OSMAN ÖZBEK KİMDİR? Emekli Tümgeneral Osman Özbek, 28 Şubat sürecinin önemli isimlerinden.Ordudan ayrıldıktan sonra siyasete giren Özbek Paşa, Cumhuriyetçi Demokrasi Partisi'ni (CDP) kurdu. 3 Kasım 2002 seçimleri öncesinde 'ulusalcı kanat'ın etkin isimlerinden Anayasa Mahkemesi eski Başkanı Yekta Güngör Özden ve Yargıtay Cumhuriyet eski Başsavcısı Vural Savaş ile birlikte siyasete atıldı. Emekli Tümgeneral Osman Özbek, 28 Şubat sürecinde, Refah Partisi ve dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan hakkında yaptığı sert açıklamalarla gündeme gelmişti. Jandarma tarafından başlatılan ve sonu bazı siyasetçilerin Yüce Divan'da yargılanmasına varan 'Beyaz Enerji Operasyonu'nun kilit isimleri arasında yer aldı. Bülent Ecevit hükümetinin tepkisi üzerine Kayseri'ye atandığı için istifa edip emekliye ayrıldı. Ulusalcı görüşleri ile biliniyor..