Bu yazacağım kitabıma da koyacağım yazılarımdan biri… Türkiye’den ayrılmadan son bir hafta önce yaşadığım iki olay nasıl bir cehennemden kaçtığımın kanıtı oldu neredeyse…
Türkiye’de yıllardır egemenler sadece sistemi kendi soygun ve talan amaçlarına entegre etmekle kalmadılar, Uyguladıkları kültür politikalarıyla yaşama müdahale ederek her türlü dengeleri bozdukları gibi insan malzemesini de bozdular ve sistemlerine uygun insan modelini yaratmayı başardılar… Balık baştan kokar misali memleketi hırsızlar yönetirse insan malzemesi de bundan payını alacaktır elbette.
Zaten 12 eylül toplumsal değer yargılarını tümden değiştirmiş, 12 eylülden sonra yeni bir insan profili oluşmaya başlamıştı. Emperyalist gerici feodal yoz kültürün halk kültürünü kuşatması ve yok etmesi sonucunda insan daha da gerileyerek din faktörünün de etkisiyle alabildiğine yozlaşmış bilim ve sanattan uzaklaşmaya başlanmıştır.
Artık bu bilgiye bir tek tuşla ulaşılan zamanımızda inanç toplumunun ve fethullahçı ılımlı İslam modelinin kafası örümcek bağlamış hocaları bilim ve sanat insanından daha çok rağbet görür olmuş,estetik algı alabildiğine gerilemiş,Estetik değerler dibe vurmuş bulunmaktadır.
Bu kirlenme sağcısıyla solcusuyla toplumun bütün kesimlerini iliklerine kadar sarmış. Ortaya bencil,çıkarcı,iki yüzlü,riyakar bir insan malzemesi çıkmıştır.
Bilinç ve akıl yerini hurafe ve safsataya bırakmış adeta insan bilincine kilit vurulmuştur. Soytarıların sultan olduğu bir ülke haline gelen ülkemde ne yazık ki dalkavuklar yalakalar daha çok prim yapar hale gelmiştir.
Özgürleşme ancak demokrasiyle mümkün olabileceğinden, demokrasinin kırıntısının bile kalmadığı ama “açılımının” bol olduğu rejimin yavaş yavaş ve sessizce ılımlı İslam modeline kaydığı Türkiye’de insan beynine “din ve hurafe” kilidi vurulmuş ve vurulmaya da devam etmektedir.
Büyük Atatürk’ün gençliğe hitabesinde söylediği gibi memleketin bütün tersanelerine girilmiş, bütün kaleleri zapt edilmiş durumda ve müstevliler ve iktidar sahipleri kendi şahsi emellerini vurgun talan ve soygun düzenlerini ayakta tutmak için düşmanın siyasi emelleriyle birleştirmeye devam ediyorlar. Amerika’nın uşaklığını yaparak büyük Ortadoğu projesini hayata geçirmek için her türlü ihanet içindeyken millet fakru zaruretten bitap düşmüş durumdadır.
Ne yazık ki güçlü bir önderlik ve alternatifin olmayışı da insanların kuyunun içindeki kurbağalar gibi sistemle kavga etmek yerine kısır döngü içerisinde kafaları karışmış bir halde birbiriyle kavga eder hale getirmiştir. İşte buna yaşadığım iki örnek.. Bu örneklerdeki insanlarda kendilerinin Atatürkçü solcu demokrat hatta devrimci olarak ifade ediyorlar..
Ahmet Yirmibeş olayı;
Geçtiğimiz Haziran ayında ev sahibim “oğlum evlenecek evi boşaltmalısın” deyince evi boşaltmak zorunda kalmış eşyalarımı bir süre için bir depoya koymuştum. Depoyu da üç ay sonra boşaltmam gerekince eşyalarımı koyacak yer arayışına girdim. İ.U adında oyuncu olduğunu ifade eden biri Ömer Hayyam’da penceresi olmayan bodrum kat dükkan gibi bir yerde kalıyordu. Ona teklif ettim. Benden o mekana 250 lira kira 500 lira depozit istedi. Zaten 500 liram vardı. Ayrıca kendisinin de içinde olduğu kirası 250 lira olan bu mekana ben ev arkadaşı gibi geliyordum mantığıyla olsa olsa kirayı paylaşmam gerekirdi ki ben 250 lira vermeye de razıydım. 500 lirada depozit istedi ve işine gelirse diye de ilave etti. Ben evdeyken bir çok kez aman gel banyo yap üstünü değiştir diye ısrarla kendisini çağırıp evimi ona defalarca açmıştım. Hatta öyle ki sabah kalktığında açılmamış yeni çamaşırlar ve açılmamış yeni çorapları da başucunda bulmak kaydıyla. Depozitte isteyince vaz geçtim ve o hafta o parayı harçlık edip yedim. Bir hafta sonra tekrar elime 500 lira geçmişti depoyuda çok acle tahliye etmem için mal sahibi baskı yapıyordu. Kaba eşyalarımı ve beyaz eşyamıda satmıştım ama buna rağmen yine bir kamyonun alacağı kadar eşya vardı atmaya da kıyamıyordum. Yine teklif ettim kendisine bu defa çok uzatmadı ve kabul etti. Bende ertesi gün eşyalarımı oraya taşıdım. O mekanda zaten kendi üstünde değilmiş yan taraftaki benzer bir mekanda yaşayan İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatrolarında fotoğrafçılık yapan AY’ye aitmiş sonra öğrendim. İ.U üç ay önce buraya taşındığından beri bir kuruş kira ödemediğinden (Ödeme gibi bir kültürü olmadığından ve asalak bir yaşam seçtiğinden) kirası birikince A.Y’de içinden çıkamayıp çaresiz kaldı. Bunca zamandır mal sahibine verebildikleri kira sadece benim verdiğim paradan ibaret olduğundan mal sahibi de benim bütün kontratı üstüme yapması ricalarıma kulaklarını haklı olarak tıkayarak A:Y adamla görüşmekten imtina edip adamın telefonlarına bile çıkmayınca sinirlenip hemen boşaltmamızı istedi. Bir üstüne üstlük adama kira dışında yüklü bir elektrik faturası da taktıklarından adam biraz da haklıydı. Neticede hemen boşaltmamızı istedi ve “evi” (yanı dükkanı) boşaltmaya karar verdik.
Bunun üzerine A.Y eşyaları kendi tarafına geçirmemi ve orada ben bir yer ayarlayana kadar muhafaza edebileceğini söyledi. Bende memnun oldum ve karyola yatak gibi şeyler sığmıyor diye orada terk ederek kalan eşyayı A.Y’nin oraya geçirdik. Eşyalarım güvendeydi ve bir parça rahatlamıştım. A.Y’ye borcumda yoktu. Ama eşyaların kendi evinde kaldığı süre için bir talepte bulunursa ödemeye de hazırdım. Ama böyle bir talepte de bulunmadı. Önceden kalan borcumda yoktu çünkü zaten topu topu bir ay kalmıştım ve yarısını ödemem gereken kirayı tam olarak ödemiş bir de alacaklı durumdaydım.
Bir süre sonra evine gittiğimde benim eşyalarımın bir çoğunu kullandığını gördüm ama sesimi çıkartmadım. Ne de olsa bana yardımcı olmuştu. Bunun bir diyeti olmalıydı. İki ay kadar sonra bir hanımla tanıştım ve evlenip Belçika’ya yerleşmem gündeme gelince eşyaları müstakbel eşimin İstanbul balo sokaktaki evine ve bir kısmını da dolapdere’deki dükkanına taşımak istedim. On gün kadar A.Y ye ulaşmaya çalıştım telefonunu açmıyordu. Hatta bir defasında evine gelmesini bekledim yağmur yağıyordu ve gecenin 23 üne kadar yağmurda iliklerime kadar ıslandım. İç çamaşırıma kadar su içinde kalmıştım üstelik geleceğini söylediği için o saate kadar bekleyerek son vapuru kaçırmış karşıya evlerinde kaldığım dostlarıma geçememiştim ve sokakta kalmıştım. O gece sabahladım.
Aradan iki hafta geçmişti 9 Şubat yaş günümdü o gün ulaştım ve oldu olacak yaş günüme de davet ettim belki görür de biraz olsun dürüst davranır diye ümid ettim. O akşam bütün nezaketiyle geldi Bana hediye bir de resim çerçevesi getirmişti. eşyalarımı alacağımı söyledim. Eve hırsız girmiş bir kısmını da almış deyince bir az midem bulandı. O gece A.Y ne yapıp edip eşimin telini almış kendisiyle özel bir şey görüşeceğini söyleyerek. Ertesi gün aramayınca eşim benim yanımdan aradı kendisini benimde duyacağım şekilde. (O bunu bilmiyor) birde utanmadan yanınızda değil değil mi diye soruyordu. Eşime benimle ilgili bir dolu dedikodu yaparak beni kendisine borçluymuşum gibi göstererek ve karalayarak beni eşimin gözünde yıpratmaya çalıştı. Ertesi gün eşyaları almaya eşimle birlikte gittik. Bu bir anlamda yüzleşme gibi oldu. Orda kendisine borcum olup olmadığını soruyorum yok diyor. Benden bir talebin var mı diyorum ona da yok diyor. Şerefsiz arkamdan olmadık şeyler konuşuyor yüzüme gelince sus pus oluyordu.
O gün karşılaştığım tablo hırsızın girdiği değil asıl hırsızlık ve talanı A Y’nin yaptığıydı. Ufo sobam salonda hala yanıyordu. Eşyalarımın çoğunu içinden işine yarayacak her şeyi aldıktan sonra bahçeye yağmurun çamurun içine bırakmıştı. Oradan kurtarabildiklerimizi kurtardık. Ufo salonda yanıyor göz göre göre buda senin malın al demiyordu. Oturur oturmaz hırsız sadece elektrik süpürgesini almış dedi ben ona çoktan razıydım ama gördüm ki para edecek hiçbir şey yoktu ortada. Bir de utanmadan eşime “ben kolilerini açmadım mahremidir” dedim diyordu. Açılmadık koli kalmamıştı oysa.
Suyun çamurun içine terkedilmiş olan yorganlarım nevresimlerim koltuk takımım yemek masası ve sandalyelerim giysilerimin bir çoğu kullanılmaz hale gelmişti.
KAYBOLAN EŞYALARIM (GASP EDİLEN YADA ÇALINAN DEMEK DAHA DOĞRU)
1. Elektrik süpürgesi
2. Ses sistemi 2artı 1
3. Şarjlı tornavida
4. Ufo ısıtıcı
5. Kitaplarımın bir kısmı (en yenileri 100 e yakın kitap)
6. Şark odası ot yastık ve minderleri
7. Sandık küp büyük süs şişe
8. yeni valiz (içi yeni giysilerle dolu)
9. Telsiz telefon
10. Çaycı
11. Kumandalar kablolar
12. Sarkıt ve separatürler
13. DVD filmler (200 den fazla DVD arşivi)
14. Nevresimler yorganlar
15. Masa takımı (altı adet sandalye)
16. Orta sehpası
17. Duble yatak ve karyola
KAYBOLAN (ÇALINAN) EŞYALARIMIN TOPLAM DEĞERİ 3.000 LİRADIR…
İKİNCİ OLAYDA S.K OLAYIDIR
SK benim en iyi dostum olarak bildiğim biriydi. En zor durumlarda derdimi paylaştığım derdine ortak olduğum, sırdaş, arkadaş bildiğim biriydi. Kendisi de öyle derdi hep. Mücadeleme destek verir. Yazılarımın altına olumlu yorumlar yapardı. Bana moral verir gibi davranırdı bende onun bu davranışını içten ve samimi bulurdum. İmkanlarım olmadı ama olsaydı da maddi manevi her şeyimi paylaşabileceğimi düşündüğüm biriydi. Benim hayatımı yaşadıklarımı çok fazla da bilmezdi çünkü ben hep sınırlı şeyler paylaşırdım kendisiyle.Bir
Buçuk yıldır tanışıyorduk. Serap’ın evinde bir yılbaşı toplantısında tanışmıştık. Hemen ertesi gün Serap bana MSN den S.K seni çok beğenmiş diye yazdı. Ben de teşekkür ederim dedim. Yok öyle değil “erkek” olarak beğenmiş dedi. Benim kadın olarak çok ilgimi çekecek biri değildi. Üç gün sonra MSN den ekledi ve konuşmaya başladık. Bu arada bana da gidip gelmeye başlamıştı. Ben sevgili olamayacağımızı görüp dost olmamızı istedim ve dost olduk. Yada ben öyle sandım. Hatta öyle ki her gelişmeyi her durumu onunla paylaşmaktan da çekinmedim. Sonradan anladım ki oda malzeme arıyormuş zaten çünkü her şeyi enine boyuna merak ediyor sorguluyordu. Daha sonra benden aldığı bu bilgileri bana karşı üstüne ilaveler yapıp kullanacağını düşünemedim.
Benim dostluğumu ve güvenimi kazanmıştı. Web sitesi çok amatörceydi. Yeni bir site yapabileceğimi söyledim ve bir buçuk ay emek vererek güzel bir site yaptım kendisine. Çok yoğun emek verdim ve müşteriye yapsam üç bin liradan aşağı yapmayacağım büyük bir site yaptım. Öyle bir site oldu ki 9189 dosya 61 klasörden oluşuyordu. Yani hiçbir profesyonel asgari 3000 liradan aşağı bunu eline almazdı.
Bu arada o da benimle sorunlarını ve sıkıntılarını paylaşıyordu. İşleri yolunda gitmiyordu krizden bir hayli etkilenmiş borç batağına düşmüştü. Elimden geldiğince destek olmaya çalışıyordum. Maddi olmasa da en azından manevi olarak sorunlarını dinliyor paylaşıyor ve yol göstermeye çalışıyordum. Evi boşaltmak zorunda kalınca bir gün kendiliğimden HP marka faks,scanner ve yazıcı vazifesi gören printerimi ambalajıyla kullanması için kendime bir düzen kurana kadar sende kalsın kullan diyerek emanet bıraktım. Aradan birkaç ay geçti. Hemen haftada iki üç gün görüşüyorduk. Yaşadığım zorlukları ve bunların nasıl üstesinden gelmeye gelmeye çalıştığımı nasıl direndiğimi görüyor ve beni takdir ediyor gibi görünüyordu.
Hayatımdaki bu değişikliği de (Evlenip Belçikaya yerleşme konusunu) ilk önce onunla paylaştım. Dostum hatta yakın dostum biliyorum ya…Önce inanmadı. Bende biraz abarttım. Çünkü o bizim diyalogumuzun nasıl geliştiğini bilemezdi. Bu kadar çabuk gelişmesini de kendince başka türlü yorumluyordu. Bende ona dilimin döndüğünce nasıl geliştiğini ve arkadaşımın benden bir beklentisinin olmadığını hatta üstüne fedakarlık yaptığın özveride bulunduğunu anlattım. O zaman çok iyi karşıladı: Benim için sevindiğini ifade etti. Eşim Brüksel’den İstanbul’a gelince de onu en iyi dostum diye tanıttım. Hemen ertesi gün balıkçı da bir araya geldik, oradan limon kafeye giderek orada da oturduk. Başka arkadaşlarda vardı. Uzun uzun sohbet ettik. Her şey gayet güzeldi. Bu sıralarda da dostum rolünü başarıyla oynamaya devam etti.
9 şubatta yaş günüme yani en özel günüme yakın dostum diye MSN den davet ettim. Etmeyebilirdim de öyle bir mecburiyetim yoktu paylaşmayabilirdim. Ama dedim ya en yakın dostum dediğim birini davet etmezsem olmazdı. Gelirim elbette misafir de getirebilir miyim dedi. Kimler gelecek dedim Ayşe hanım,Saffet bey bide Cafer dedi Ayşe ve Saffet beye itirazım yoktu ama Cafer denen adam benim asla yan yana duramayacağım geyik bir tipti istemeye istemeye tamam dedim. O akşam yaş günüme geldiler: Elimden geldiğince kendilerini en iyi şekilde ağırlamaya çalıştım. Elbette eşimin evinde toplandık ve elbette imkanlarım olmadığını yerleşik düzenim olmadığını kendiside biliyordu. O gece geç vakitlere kadar oturdular. Geç vakit her kes kalktı, S.K’lar kalktığında Cafer hala oturuyordu. Ona kalkalım demedi. Kapıya yöneldi. Arkasından çıkıp S.K nereye şu adamı da getirdiğin gibi götür diyecek oldum. Dinlemedi ve kapıyı kapatıp gitti. Cafer hala oturmaya devam ediyordu. On dakika kadar sonra eşim sigaramız bitti sigara al Cafer beyi de geçirirsin dedi. Cafer ayağa kalkıp bana sigara parası vermeye kalktı şok olmuş ve çok sinirlenmiştim. Hadi çıkalım senide geçireyim diyerek adamı alıp çıktım. Meğer daha öncede beni buz almaya gönderdiğinde eşime “ben bir kere orgazm olana kadar kadın on kere olur.” Gibi bir cümle kurmuş. Bu durumdan dolayı bu seviyesiz adamı getirdiği ve giderken toplamadığı sorumlu davranmadığı için Sabriye’ye çok kızmıştım.
Ertesi gün anlamadığım bir şey oldu. Üç gündür bana dostluktan paylaşmaktan bahseden övgüler düzen benim için sevindiğini söyleyen kadın birden değişti. Bana MSN den vizemin ne olduğunu sordu. Ben de “bilmiyorum” yanıtını verdim gerçektende bilmiyordum. Bunun üzerine ne o bir şey yazdı nede ben zaten msn başında değildim evde yapılacak işler ve hazırlıklar vardı ve telaşlıydım. Ayrıca tırnaklarımı çok derin kestiğimden klavyeye dokunamıyordum da. Arkasından aynı günün akşamı bana hiçte hak etmediğim şöyle şekilde şöyle bişiler yazdı;
“Hava yapıyorsun sen çok değiştin başkasının imkanlarıyla bunları yapan kendi imkanlarıyla kim bilir neler yapar. Unutma ki çarparak çıktığın kapıları bir gün tekrar açmak istersin.Ben böyle dost istemem.” Bunu okuyunca şok olmuştum. Ne olduğunu anlamaya çalıştım yazışmaları kaydediyordum eşimle öncekilerden başlayarak defalarca okuduk ama nerden çıktığını bulamadık.Ertesi gün bir sergi açılışına çağırdılar. Eşimle birlikte gittik. Orada radikal solcu geçinen kendini bi mok sayan bir bayan daha vardı.
Galiba o bayan bir takım dedikodular yapmış olacak ki ertesi gün yine bana msn den (ki eşimde yanımda oluyor ve okuyordu yazılanları) Jigololuk yaptığını eşin duysun istermisin,gidip troyaya sorsun diye abuk subuk bişiler yazdı. Ben hemen olayı anladım. Rumeli handa Troya estetik enstitüsü çalışmasını başlattığım zaman orasını bana üstümde kendilerini devrimci örgüt sayan aşağılık hiçbir üretimleri olmayan asalak birilerinden almıştım. Daha doğrusu bana orasını tahsis ettirenler Çanakkale cezaevinde onların ağabeyleri yiğit insanlardı. Orayı aldığımda iki kamyon moloz vardı ellerimle orasını saray gibi yaptım ve orada dersler verdim. Bu kendisini devrimci sayan asalaklar kültürden sanattan nasiplerini alamadıkları için projenin değerini de bilemedikleri gibi sabote etmeye ve öğrencilerimi rahatsız etmeye onlara kafa kol çekmeye başladılar. O zamanlar beni destekleyen ve katkıda bulunan F adlı bayanı da taciz ederek olaydan soğuttular. Bende bir süre sonra orasını tek etmek zorunda kaldım. İşte o gün yanlarında olan o kendisini devrimci sanan adını bilmediğim kadında onlara yakın olduğunu söyleyen biriydi. Neyin ne olduğunu bilmeden sanırım orada böyle bir takı dedikodular yapılmıştı. Zaten bunlardan da o beklenirdi. İşsiz güçsüz amaçsız ve boş olduklarından işleri güçleri kendi mekanlarında dedikodu yapmak devrimcicilik oynamak olduğundan normalde karşıladım.
Önce olayları Saffete anlattım sonra S.K ile konuşmayı dendim. Aynı tavrı sürdürdüğünü görünce de vaz geçtim.
Ertesi gün eşimi yanına çağırarak benimle ilgili ağza alınmayacak dedikodular yapmış benim jigolo olduğumdan kadın parası yediğimden tutunda kendisiyle dört aylık ilişkim oluşuna ve hatta penisimin sertleşmediğine kadar alabildiğine çirkin şeyler anlatmış ve ondan sonraki üç gün içinde de anlatmaya devam etmişti.Bizim aramızı bozmak için benim kendisiyle paylaştığım anlattığım şeyleri bile ekleyerek bire beş katarak anlatmış üzerine yorumlarını ekleyerek anlatmış çay çorba ısmarladığından yol parası verdiğine kadar olabildiğince çirkinleşerek anlatmadığı söylemediği şey kalmamış hatta o kadar ileri gitmiş ki “sen bunu neden Belçika’ya götürüyorsun senin başına bela olur götüreceksen Saffet’i götür melek gibi adamdır” a kadar çirkin ve kirli olan ne kadar davranış varsa yapmıştır.
Bir insan bunu niye yapar anlamış değilim. Ama demek ki dost olmak o kadar kolay bir şey değilmiş. İnsanların gerçek yüzleri böyle bir zamanda ortaya çıkıyormuş demek ki…
Sonrada bana maille aşağıdaki gönderileri gönderdi yazdıklarımı ve benim cevabımı buraya aktarıyorum…
Günaydın...
İnsan olmakla olmamak arasında gidip gelen enstantaneler...Nereye kadar? Bu vesvese sağanağı? Bu şüphe bombardımanı? Ölmeler cürüm..Gülmeler yarım..ağlamalar haram..vs..
Sığınak ve denge unsurlarında görünen flu resimlerden ibaret yaşam senaryoları..Gerçekle yalan arasında gidip gelmekten bitap düşmüş insanlar yağmuru..Doğrulara mı kıymalı yaşamak için, yoksa insancıl olabilme gayretlerine mi?.. Hangisini yitirmeli?.. Sabırsızca söylenmiş yalanları dindirmek için.. Köklerini yangınların beslediği, hayvanların bile yapmaya cesaret edemediği yanlışların neresindeyiz?... Dibinde mi? Ortasında mı? Yok sa yüzeyinde mi?... Neresinde olursak olalım o yangın bizi bitirmeyecek mi? vs.....
Bir yıl boyunca uğrayıp,sıcak çorbasını içtiğin,sigara yol parasını denkleştirdiğin birinin,kısa sürede sürse yaşadığı en özelini bir başkasına anlatıyorsa zaten bunun adı ne dostluktur ne de arkadaşlık...
Site yapmışsın,yazıcı vermişsin emanet,taşınmaya yardım da etmişsin..Sağol.
Bunları söylersen,bende bir yıldır ya benim verdiklerim demem gerekir değil mi? ama demiyeceğim..
Yazıcını ve akvaryumunu salı günü gelip alabilirsin..(çıkarıp,bir eskisini taktırmam gerekli ve de seninkileri toparlayıp kolisine koymalıyım)
Nilgün hanım,başkalarının söylediğinden etkilenmiyecek kadar akıllı bir kadın,ben onun insanı,kendisinden tanıyacağını ve kararlarını o yönde vereceğinden eminim.
Bir başkalarına söylediğin gibi seni kıskanmak içinde bir neden göremiyorum açıkçası.Bir çok insanın arkandan söylediği şeyleri,alkollüyken yazdığım için üzüldüm gerçekten,şık durmadı,en azından bana yakışmadı..
Yine de,bizleri üzen her ne yaşandıysa kendi adıma özür diliyorum..
Nilgün'e bugün Fatma teyzeye gidebileceğimizi söylemiştim.O yönde bir kararınız olursa,sözümü tutabilirim.
Hayat bu,insaların ne zaman ve ne şekilde karşılaşacağı hiç belli olmuyor.
Her şeye rağmen sana yaşamında başarı ve huzur getirmesini diliyorum.
Hoşçakal..
S.K
S.K (BEN)
Bu söyledikleriniz ve yaptıklarınızdan sonra benim sizinle paylaşacak bir bitim bile kalmadı.
Ve ben sizi hayatımdan sonsuza kadar kazıdım. Hala çayın çorbanın hesabına takılmışsnız,
benim size kattıklarımın farkında bile değilsiniz. Çünkü sizinle değer yargılarımz farklı..
Benim için hayat emek eksenlidir ve emek paradan daha değerlidir.
Dedikoduya gelince.. Siz kim oluyorsunuz da beni bir yıllık tanı(yama) mışlığınzla değerlendirmeye
sorgulamaya hatta yargılamaya çalışıyor bunu kendinizce "devrimci görev" ediniyor,
üstüne üstlük hükme varıyorsunuz..
Siz kimsiniz ki benim yaşamımın içine bu kadar girebiliyor. Benimle ilgili özel yaşamımla
ilgili gerekli gereksiz yorumlarda bulunuyorsunuz.. Bana ulaşmış benim bir süre için yanılmış
olsam da dostluğumu kazanmış olmanız bile bunun için yeterli neden değildir.
Ben bu güne kadar yaşadıklarımla kendimden sorumluyum kimseye verilmeyecek bir hesabımda yok..
Hesabı olanında yüreği yetiyorsa hesabını benimle görmesini sağda solda dedikodu etmemesini öneririm.
Benim yaşadıklarım beni ilgilendirir.. Zaten yaşamımda karanlık kalmış bir şey bırakmayacağım hepsini
yaşadığım gördüğüm bütün kahpelikleri bütün alçaklıkları mutlaka yazıya dökeceğim bundan senin değil hiç kimsenin, özellikle de senin ve senin gibi “çakma devrimci”lerin kuşkusu olmasın..
Hesapsa hesap ortada ben size bir hesap çıkarttım. Siz de çay çorba yol parası hesabınızı çıkarın.
Bana yazın kaç kuruşunuz geçtiyse öderim. Başkasının imkanlarıyla da değil. Bir kaç ay içinde kendi imkanlarımla.
Ama sizin hesabınız benim hesabımdan küçükse o takdirde emeğin en yüce değer olduğunu savunan sizden emeğimin karşılığını ödemenizi beklerim.
Yine dedikodu meselesine gelelim. Hakkımda dedikodu yapanlarla bu güne kadar oturup dedikodumu yapmış ve bunu son bir haftaya kadar benden saklamış bana malzeme olarak kullanmış sonrada örgütlü bir şekilde beni yıpratacak ve gözden düşürecek (aklınızca) ipe sapa gelmez yalan yanlış ne varsa ortaya dökmüş olmakla en büyük dedikodu kazanını siz kaynatmış oldunuz. Hem de hiç gereği yokken aniden ve birden bire...
Mesele neymiş anlamadım bile. Ben size sorduğunuz sorunun karşılığında bilmiyorum cevabı vermiş ve bir daha yazamamışım. İnsanların sorunlarını koşullarını bilmeden hemen bir fikre kapılıp son derece çirkin bir şeklide cevabı "bilmiyorum" olan sorunun ardından en olmadık şeyleri yazdınız. Yok hava atmak kapıları çarpmak vb.
Aman sıkı kapatın o kapıları ve lütfen bir daha görüşmeyelim mümkünse.
Benim cücelere ayıracak ne zamanım nede enerjim var. Bu nedenle bu saatten sonra size faşistlere aldığım tavrı alıyorum..
Dostça davranmadığınız için bende artık sizi dost sayamıyorum. Sakın bunu istemeyin benden.. Ben o şansı size son kez verdim resim sergisinde.. Denedim.. Olmadı... Faksınız duruyor.Ben koskocaman ve değerli bir insanı müşterek tanıdığımız olarak aracı yaptım.. Oda belki hayatında sadece bana yapacağı bir şeyi yaptı onu bile incittiniz..
Yapınız hesabınızı lütfen aramızda maddi hesap kalmasın.. Manevi olarak ta ben bu dosyayı hep açık tutacağım.
Tarih bunun cevabını yüzünüze bir tokat gibi vuracaktır. Sizinle hiç bir şekilde yüz yüze gelmeyeceğim.
Sizde isterseniz aynı şekilde Saffet beyle bana emanetimi (verirken öyle demiştim emanetti) gönderirsiniz bir şekilde.Yada kalsın çokta önemli değil ben neler kaybettim bu zamana kadar zaten bana verdiğiniz manevi zararın yanında lafı bile olmaz.
Ben hala çayın çorbanın hesabını yapacak kadar basit biriyle ne dost olur nede görüşürüm.
Benim için S.K diye biri yaşamıyor..
Bitmiştir...
Sayın Ali Rıza Soydan.(S.K YAZIYOR)
Bir kere,Atatürk'çüyüm deyip,sırlar dünyasında imam rolünü oynayan, ekonomik nedenlerle bayanlarla olan ve evlilik yapan birisinin, hiçbir şekilde devrimcilik ve namusla ilgili, konuşma hakkına sahip olmadığını,hatta devrimcilik sözcüğünü ağzına alıp kirletmemesi gerektiğini sanırım sen benden iyi biliyorsun?
Onun için senin söylediklerinin benim gözümde hiç bir önemi yok.
Sende,bende,O çok değerli dediğin insanlar da hepimiz çok iyi biliyoruz kimin ve kendimizin ne olduğunu?
Yaptığını tasvip etmesem ,de,Cafer bey bilmeden zülfü yare dokunmuş?
Sanırım en büyük sorunumuz aynayı önce kendimize tutmamız gerekirken,karşımızdakine tutmamız..
Benimle bir meselen varsa,araya kimseleri koymadan kendin çözerdin..
Seni her zaman kayıplar arasında gördüğüm içinde,,kaybetme gibi bir kaygım hiç olmadı.
Sen iyilik yaptıysan ben fazlasıyla yaptım.
Dediğin gibide bu işyeri bana eski eşimden de kalmadı,ne yaptıysam kendi emeğimle yaptım kimseye boyun eğmeden..
Bilmem sana söyledim mi hiç?karşı cins sevgisini onda bitirdiğim insanın,Talat'ın(Kıbrıs) halkla ilişkiler danışmanı ve de yeğenimin Dış bir ülkede büyükelçi olduğunu, en yapılmaz denilenkızımın tayinini Ankara'dan nasıl yaptırabidiğimi?
Yıllar önce Belçika'daki arkadaşım için,aynı ülkenin ateşeliklerini ayağa kaldırdığımı?
Onun için sınırlarını daha fazla zorlama dilersen?
BENİM CEVABIM
Sakın devrimcilikten bahsetme...
Sakın benim devrimciliğime de laf etme..
Terbiyesizliğini daha ileri götürdüğün takdirde sonuçlarına katlanamayacağın durumların ortaya çıkacağını sana hatırlatırım..
Sen adi bir şantajcıdan dedikoducudan başka bir şey değilsin... Seni bir paçavra gibi çıkarttım hayatımdan zaten bütün bunları yazacağım yazılarımda da anlatacağım ki senin gibi birinin devrimcilerin arasında olmasını ve o alanı kirletmesini istemiyorum...kısa sürede senin kişiliğini çözmenin sevincini de yaşıyorum.
Sana kim olduğunu ve nasıl haddini bilmen gerektiğini mutlaka hatırlatacağım.
Sana cevap bile vermek istemiyordum asla muhatap olmayacaktım hayatımdan sonsuza kadar kazımıştım ama hala "pislik" yapıyor olman karşısında bunları yazmak zorunda hissettim kendimi.
Sen beş para etmez bir şarlatandan başka bir şey değilsin.
Haddini bil daha fazla densizlik etme haddini her şekilde bildirmesini de biliriz....
Sana anlayacağın dille de konuşmasını biliriz...
Son olarak seni çok iyi anlatan bir şiirle bitireceğim yazımı ve bir daha senden tek kelime duymak istemiyorum..
Ben ne yapmışsam yapmışım sen kimsenin yargıcı yada avukatı değilsin her kes kendinden sorumlu ve benimde sorumlu olduğum yerler var onlar dışında kimseye hesap vermek gibi bir lüksümde yok hele ki senin gibi kişiliksiz karaktersiz adi bir şantajcıya verilecek söylenecek sözüm yok benim...
Senin dosyanı da kapatmış değilim bu söylediklerine ve yaptıklarına pişman olacaksın ya da pişman edeceğim..
Böyle olmasını istemezdim ama sen çizmeyi aştın...
Bu benim asla istediğim bir sonuç değildi ben insanlara seni en iyi dostum diye tanıştırdım öyle de bildim ama demek ki dost diye bir yılana sarılmışım.. Sonunda zehirli iğrenç dişlerini gösterdi...
Hesabı sorulmayacak sanma.. Sende elinden geleni ardına koyma benim kimseden yada hiç bir şeyden korkum olmadığını da en iyi bilirsin...
ULAN DENSİZ, ULAN ŞEREFSİZ DİYELİM Kİ BEN BU SÖYLEDİĞİN VE YAZDIĞIN GİBİ BİR ADAMIM
DEMEZLERMİ ADAMA BİR YILDIR BU ADAMLA İLİŞKİNİ NİYE SÜRDÜRDÜN DİYE YENİ Mİ UYANDIN ALÇAK..
DERDİN NE SENİN Kİ BİRDEN BİRE VE ANİDEN BENİ KARŞINA ALDIN.
KARŞINA ALDINSADA SONUÇLARINA SONUNA KADAR KATLANIRSIN...
Senin durumunu Hasan İzzettin Dinamo'nun şiiri çok iyi anlatıyor..
İNSANIN KAHPESİ
(BUNDAN BAŞKA BİR TANIM SANA UYMUYOR)
İnsanın kahpesi,
Ne arslana, ne kaplana benzer.
İnsanoğlunun kahpesi,
İlk bakışta sana bana benzer.
İnsanoğlunun kahpesi,
Arslandan, kaplandan yırtıcı.
İnsanoğlunun kahpesi,
Her yanda haklı, her işte haklı,
Hem de gürültücü, patırtıcı.
Onca sıfırdır
Doğanın her güzel yarattığı,
Ya da sanatçının her güzel dediği,
Dana beynini beğenmez
İnsan beynidir yediği.
Sabrımızı yer kıtır kıtır
çerez yerine.
Cellattan bile daha kaygusuzdur
Namuslu insanın üzüntülerine...
HASAN İZZETTİN DİNAMO
BUNUN ÜZERİNE BİRDAHADA YAZMADI…
AKILLI KADINMIŞ….
30 Mart 2010 Salı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder